LANET OLSUN!

Hasip Sarıgöz - Ağustos 31, 2019 11:48 am A A

Tarih: 30 Ağustos 2019…

Günlerden Cuma ve ayrıca Zafer Bayramı…

Şehir: Antalya, İlçe: Konyaaltı, Mahalle: Hurma Mahallesi…

Mekân bir camii, adını zikretmeye gerek yok, Hurma’nın en büyük camisi…

Tarih ve talih bizi yine imtihan ediyor!!!

Cami dolu, henüz ezan okunmamış ve hepimiz can kulağı ile imam efendinin vaazını dinliyoruz. Vaazın konusu ise “Hicret”…

İmam efendi anlatıyor ve bizler dinliyoruz. Fakat birçoğumuzun aklı başka bir yerde, İmam Efendi’nin ağzından çıkacak başka bir şeyler bekliyoruz…

Ama nafile, İmam Efendi hiçbir olağanüstülük yokmuş gibi hicretten dem vurmaya devam ediyor.

Ezanın okunmasına artık dakikalar var. Derken ön saflardan yaşı geçkince ak saçlı bir amcamız ayağa kalktı ve konuşmaya başladı: “Çok özür dileyerek bir şeyleri ifade etmek istiyorum” dedi ve imama hitaben “Bugün ayın kaçı, günlerden ne?” diye sordu ve konuşmasına devam etti. “Bugünün konusu bu mu olmalı, bugün zafer bayramı değil mi? Neden bu konudan bahsedilmiyor?”

İmam efendi biraz şaşırmıştı bu arada caminin içinden de hafiften bir uğultu yükselmeye başladı!

İmam efendi: “Aslında vaazımızın başında bu konuya değinmiştik, sanırım siz geç katıldınız. Ama bilin ki, bizim vereceğimiz bütün vaazlar ve de okuyacağımız hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bizlere yazılı talimat olarak gönderiliyor. Bize verilen talimat neyse biz onu yerine getiriyoruz” dediği anda, yaşlı amcanın birkaç saf arkasından daha genç ve esmer biri ayağa fırladı!

“Ulan senin Atatürk’ün benim peygamberimden üstün mü?” diyerek yaşlı amcanın üzerine doğru yürüdü!

Lafa bak: “Ulan senin Atatürk’ün benim peygamberimden üstün mü?”

İşte cahillik ve yobazlık tam da böyle bir şey! Bütün haşmetiyle gözlerimizin önünde endam ediyordu!

Oysa hiç kimse ne Atatürk’le Peygamberi kıyaslıyordu, ne de birinin yerine diğerini koymaya çalışıyordu.

Aslında karşımızda iki Mustafa vardı. Biri Sevgili Peygamberimiz Muhammet Mustafa, diğeri ise Ulu Önderimiz, Devletimizin Banisi ve Ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal…

İkisi de bizim. Birisi dini rehberimiz, diğeri milli rehberimiz.

İkisi de bizim sevgilimiz.

Birisi Allah’ın sevdiği, diğeri ise Peygamber’in övdüğü şahsiyet. Öyle ya, İstanbul’un ikinci kez Fethi Mustafa Kemal’e nasip olmadı mı? Anadolu’da Türklüğün ve Müslümanlığın köküne kibrit suyu dökmeye çalışan Yedi Düvel’e karşı İslam’ın en büyük ibadet saydığı ve yapılmasını emrettiği cihadı başlatan, yapan ve büyük bir zaferle taçlandırarak başarıyla sona erdiren kişi Mustafa Kemal Atatürk değil mi?

Bugün bu memlekette okunan her ezanın, getirilen her kametin, verilen her vaazın, okunan her hutbenin ve dahi varılan her secdenin en büyük payı Mustafa Kemal’in değil mi? Onun silah arkadaşlarının, aziz şehitlerimizin ve kahraman gazilerimizin değil mi?

İyi de böyle bir dangalağa bütün bunları nasıl anlatacaksın? İşte yobazlıkla mücadele bunun için çok zor!

Allah’ın evinde hiç de alışık olmadığımız bu arbede sürerken cemaatin bir kısmı ayaklanarak araya girdi de maazallah yumruklaşma önlendi.

Tabi bu arada İmam Efendi de, “bir camide olduğumuzu ve Cuma namazı kılmak için toplandığımızı” belirterek cemaati sakin olmaya davet etti. Ortalık biraz yatıştı. İmam Efendi sözlerine devam etti “Zaten şimdi hutbede de bu konudan bahsedeceğiz…”

Sesler birden kesildi ve bu sırada Ezanı Muhammedi de okunmaya başlamıştı.

Demek ki hutbede 30 Ağustos Zafer Bayramı’ndan ve Atatürk’ten bahsedilecek…

Şahsen birçokları gibi benim de yüreğime su serpilmişti. O iç rahatlığı ile cumanın sünnetini kıldık.

Derken sıra hutbenin okunmasına geldi. Konu “Vatan Sevgisi ve Vatan Savunması” idi.

Hutbede bu konu anlatılırken Türk tarihindeki diğer büyük zaferlerle birlikte yalnızca bir kez 30 Ağustos’un adı geçti. Hutbe bitti, ama ne Atatürk’ten ne silah arkadaşlarından bahseden olmadı. Yalnızca yuvarlak bir cümleyle “bütün şehit ve gazilerimiz” ibaresi kullanıldı.

İmtihanı yine kaybetmiştik! Akıl, bilgi, eğitim, vicdan ve iyi ahlak bir kez daha yobazlığa yenilmişti!

Görevini layığı ile yapan din adamlarımızı tenzih ederek soruyorum:

Ey İmam Efendi ve İmam Efendiler!

Sizler Cumhuriyet’in imamları değil misiniz?

Maaşlarınızı size Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti ödemiyor mu?

Diyorsunuz ki, “bize söyleyeceğimiz ve okuyacağımız her şey Diyanetten talimatla geliyor!” İyi de size ilahiyat fakültelerinde kulun kulu olunmayacağı ve yalnızca Allah’a kulluk yapılacağı öğretilmedi mi?

Hakikati konuşmaktan korkmayacağınız anlatılmadı mı? İslamın özündeki ahde vefadan hiç söz edilmedi mi?

İmamsınız, mutlaka Kuran’a hakimsinizdir. Değilseniz bile, Allah aşkına Fatiha suresinin anlamını da mı bilmiyorsunuz?

Ne deniyor Fatiha Suresi’nde: “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz”…

Bakın, millet bir karpuz gibi ikiye bölünmüş durumda, toplum tam bir barut fıçısı! Bugün böyle başlayan olayların yarın nerelere varabileceğini kimse tahmin dahi edemez!

Sizin bunda büyük bir vebaliniz yok mu?

Kula kulluk etmemek ve sonunda ölüm dahi olsa doğruyu doğruca söylemek, ahde vefa göstermek, milli duygulara saygılı olmak sizin göreviniz değil mi? Hakkı savunmak Hak’kın emri değil mi?

Allah aşkına sizler kimin kulusunuz?

Size verilen talimatların dışında, bir kez Türk deseniz Atatürk deseniz, Diyanet sizin dilinizi mi koparır?

Eğer yıllardır, Diyanetin başından veya Hükümetin hışmından korktuğunuz için Türk, Atatürk, Cumhuriyet, 19 Mayıs, 23 Nisan ve 30 Ağustos diyemiyorsanız yazıklar olsun!

Eğer ki, siz de bu değerlere karşıysanız ve onun için demiyorsanız, o zaman da sizlere lanet olsun!

Hasip Sarıgöz

Bu haber 649 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 11:48 am A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.