MİLLİ & YERLİ

Hasip Sarıgöz - Eylül 7, 2018 12:10 am A A

 Her şey zamanda gizlidir ve her şey zamanda hayat bulur.

Dün bilinmeden bugün anlaşılmaz, yarın ise tahayyül edilemezmiş.

Nereden geldiğini bilmeyen nerede olduğunu bilemez ve nereye gitmekte olduğunu da kestiremezmiş. 

Yani kısacası; ezeli olmayanın ahiri, mazisi olmayanın da atisi olmazmış.

Mazi dediğimiz şey dün, dün dediğimiz şey ise aslında tarihtir. 

Hepimizden yaşlı olan Aksakallı Tarih Dede hiç uyumuyor, dinlenmiyor ve unutmuyor… Ve tarih her şeyi kaydetmeye devam ediyor.

Gerçeklerin ise, öyle güzel bir huyu var ki; hiçbir gerçek ve hiçbir sır sonsuza kadar gizli kalamıyor ve bir gün mutlaka açığa çıkıyor. Zamanla açığa çıkan gizli, kirli ve yanlış işler ise doğrular ve iyiler gibi etrafına nur saçmıyorlar. Ne yazık ki, maskesiz ve çirkin halleriyle tarih sayfalarındaki karanlık yerlerini almaya devam ediyorlar.

William Shakespeare’nin dediği gibi “Bütün dünler bugünleri aydınlatan fenerlerdir.” Onun için bugün bir şeyler hakkında karar verebilmek için önce düne bakalım. Çünkü bugüne ait ne kadar sorun varsa dünkü seçimlerimizin sonucudur.

Ne demişlerdi yakın tarihte Cumhuriyetimizi yönetenler? Şimdi onlara bakalım. Üstelik hiçbiri ne gizli ne de saklı… Evet, gizli ve saklı değil… Değil ama iyi, güzel, temiz ve doğru mu? Hepsinden önemlisi hak mı? Ona da siz karar vereceksiniz.

Ama lütfen; okurken sabırlı, irdelerken önyargısız ve karar verirken de tarafsız olun. Ve lütfen olaya kişisel bir mesele olmaktan öte bir zihniyet meselesi olarak bakın. Okuduklarınız beyninizi tırmalasa da, yüreğinizi kanatsa da ve canınızı çok sıksa da, insanlık adına adaletin ve adil olanın yanında kalın.

Hadi şimdi önce bir düne ve sonra bugüne bakalım, dünle bugün arasında gidip gelelim ve mazinin aydınlattığı fenerlerle atiyi görmeye çalışalım.

Ne demişlerdi Cumhuriyetimizi yönetenler?

Önce: “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” dediler!

Sonra: “Şahsım başta olmak üzere tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldık!” dediler.

Önce: “Ben bu davanın savcısıyım” dediler.

Sonra: Millete döndüler ve “Samimiyetle söylüyorum, suçluyla suçsuz, gerçekle yalan, doğruyla yanlış sahte belgelerle aynı kefeye konuldu, şahsım başta olmak üzere kandırıldık” dediler!

Önce: “Terör örgütü ile görüşen şerefsiz ve namussuzdur” dediler…

Sonra: Üzerinden fazla zaman geçmedi, sonra dönüp dediler ki; “PKK ile görüşme talimatını ben verdim. Alacaksanız beni alın” dediler.

Önce: “Biz Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlarından biriyiz ve bu görevi yapıyoruz” dediler.

Sonra: “Ellerine bir kâğıt almış dolaşıyorlar, Amerika’nın bir projesidir diye, bunu ispat ederlerse biz her şeye varız. Ama ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar” dediler!

Önce: “Benim milletimin dili tektir, bu Türk milleti…” dediler.

Sonra: “Ben ne tek dil dedim ne de tek din dedim, hiçbir yerde benim böyle bir ifadem yoktur. Çünkü bunlar yalan makinesi” dediler!

Önce: Biz bedelli askerliğe karşıyız “şahsen böyle bir sorumluluğun altına Tayyip Erdoğan olarak giremem. Çünkü parası olan var, parası olmayan var. Parası olan bastıracak parayı askerlikten kurtulacak, eee parası olmayan da gidecek askerlik yapacak. Kimlerle görüştüysem ben, kenar köşedeki izbe yerlerdeki vatandaşım onlar hiç bu işe sıcak bakmıyor. E biz yola çıkarken kimsesizlerin kimi olarak yola çıktık, sessiz yığınların sesi olarak çıktık” dediler.

Sonra: Şu anda bedelli askerlikle ilgili “çalışmalarımızın sonuna gelmiş bulunuyoruz, şöyle bu hafta içinde olmazsa bile önümüzdeki hafta bu işi tamamlayıp hemen adımı atacağız ve bedelli askerlikle ilgili inşallah yasayı çıkarmış olacağız” dediler!

Devam ettiler: “Bedelli askerlik benim için acil bir konu, 30 bin lirayı veren askerliği yapmış sayılacak” dediler!

Önce: Askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde, “Amerika’ya nota verelim” diyenlere “Ne notası veriyorsun, müzik notası mı?” dediler.

Sonra: Reza Zarrab Amerika’da tutuklanınca Amerika’ya iki nota birden verdiler.

Önce: Reza Zarrab için “Hayırsever işadamı” dediler. Kendisine iki TC Bakanı birden canlı yayında törenle ödül verdiler. “Senin önüne yatarım” dediler. Yakalanan paralarını faiziyle birlikte geri verdiler. Türk bayrağının önüne geçirip röportaj yaptırdılar TRT’den yayınladılar. Hayatından endişe edip Amerika ile papaz oldular. “Bu konu aslında ülkemizi ilgilendiren bir konu değildir” dediler.

Sonra: Reza ötmeye başlatınca, ajanlık suçlamasıyla Zarab ve yakınlarının mal varlıklarına el koydular.

Önce “Kardeşim Esad”, sonra “Düşmanım Esed”, daha sonra da “Suriye politikamız baştan beri yanlıştı” dediler! 

Ama yanlışta ısrar etmekten de geri kalmadılar.

Önce: “Gel bu hasret bitsin” dediler ve FETÖ ne istediyse hepsini de verdiler!

Sonra: “Pensilvanya’daki zatın kuyruklu yalanlarına inandık, başkalarının hesabına çalıştığını bilemedik, iyi niyetimizin kurbanı olduk” dediler!

Önce: “Cemaat devlete sızmış, devleti ele geçirmiş buna kargalar bile güler” dediler.

Sonra: “Aynı menzile gidiyoruz diye müsamaha gösterdik, Allah dedikleri için müsamaha gösterdik, açık konuşuyorum, ben de şahsen bunlara yardımcı oldum, bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum, Rabbim de milletim de bizi affetsin” dediler.

Önce: “İnlerine gireceğiz, inlerine…” dediler.

Sonra: “At izi it izine karıştı” dediler!

Önce: “Hoca Efendi bana göre siyaset üstü bir insan, bizden daha iyi görebiliyor daha iyi değerlendirebiliyor”, “Hayatını iman ve Kuran’a hizmet etmeye adamış, eğitim hizmetlerine gönül vermiş, fedakârlık ve feragati öğretmiş güzel bir insana, büyük mütefekkire, büyük dava adamına şükran borcumuz var. O muhterem insana, hüzünlü gurbetten, şimdi Bursa’yı seyreden bu güzel insana, muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendi’ye şükranlarımızı sunuyorum, Rabbim hayırlı ve uzun ömürler versin” dediler.

Sonra: “FETÖ’nün terör örgütü olduğunu ben darbe gecesi öğrendim, ‘ne kadar ahmak bir insanmışsın, herkes söylüyordu, sen itiraz ediyordun’ denilebilir, ben o gece anladım, bana ahmak diyebilirsiniz” dediler!

Önce: “Gurbet aynı zamanda garipliktir, zaten oradan anlamını yükleniyor. Onun için de biz garipliğe tahammül edemeyiz, diyoruz ki artık bu sıla hasreti bitmelidir, bitsin istiyoruz” dediler.

Sonra: “Biz bunları üç dört yıl öncesine kadar iyi niyetle takip ediyorduk, itiraf etmem lazım, iyi niyetimizin kurbanı olduk, gerçekten safmışız, aldanmışız” dediler.

Aslında her şeyin ne olduğunu başından beri biliyorlardı: “CHP cemaat yapılanmasının devletteki yerinin araştırılması için 2 kez önerge sundu, AKP bunu reddetti. Tamam, yanlış yaptı. Ama mecburdu. Köşeye sıkışmıştık iktidarda kalabilmek için FETÖ’yü kullandık” dediler!

Önce: Barzani denilen soytarının Diyarbakır’a gelişini düğün bayram ilan ettiler, “Türkiye seninle gurur duyuyor” dediler.

Sonra: Barzani’nin “son ana kadar referandum gibi bir yanlışa düşeceğine ihtimal vermiyorduk, demek ki yanılmışız” dediler!

Ege Denizindeki tam 18 tane adamızın Yunanlılar tarafından işgal edilmesine göz yumdular. Süleyman Şah Türbesini kaçırdılar, Türk toprağını tek bir kurşun dahi atmadan IŞİD eşkıyalarına terk ettiler!

“Yunan tarihinde bir Ege Savaşı yok. Bunu biliyor musunuz? Yunan tarihinde Ege’de Türklerle bir savaş yok. Biz Milli Güvenlik Akademisinde oralardaki şehitlikleri dolaştık, bütün şehitlikler temsili…” diyerek Kurtuluş Savaşı gerçeğini bile inkâr ettiler!

Kurtuluş Savaşı’nda “Keşke Yunan galip gelseydi” dediler!

Önce: “Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı bir özentinin sonucu ya da ABD emperyalizminin bize bir tavsiyesidir” dediler.

Sonra: “Başkanlık sistemi Türkiye’ye yakışır, bizim genlerimizde başkanlık sistemi var” dediler!

“Referanduma hayır diyenler teröristtir, haindir” dediler! 

Önce: “Öcalan Türkiye’nin önünü açıyor”, “Öcalan dünyanın geleceğini iyi okuyor”, “Öcalan Türkiye’nin demokrasisine katkı sağlıyor”, “Öcalan ölmeyi değil, yaşatmayı seçti”, “Sayın Öcalan demek suç olmaktan çıktı”, “PKK’nın kendine ait bayrağını elinde taşımak Öcalan’ın posterini taşımak suç olmaktan çıktı”, “Öcalan ideolojik olarak gerçekten bir rehber, lider”, “Siz kimin sözcülüğünü yapıyorsunuz da Öcalan’ı itibarsız hale getirmek istiyorsunuz?” dediler!

Sonra: “Bize silahları bırakma sözü vermişlerdi, biz de üzerimize düşeni yaptık ama sözlerini tutmadılar, bize yalan söylediler” dediler!

Önce: “Güzel şeyler olacak” dediler!

Sonra: “Çözüm sürecini bunlar adeta Güneydoğuda, kısmen doğuda kendileri için silah stoklama süreci olarak değerlendirdiler ve çok ciddi bir silah stoklaması yaptılar” dediler!

Önce: “Kadim dostumuz ABD” ve “Sevgili kardeşim, değerli dostum Obama” dediler!

Sonra: “PKK konusunda mutabakatımız vardı, fakat maalesef Obama bizleri aldattı”! Dediler.

Önce: “Vallahi diyerek yemin ederek de söylüyorum, o tırlar Bayırbucak Türkmenlerine gidiyordu” dediler!

Sonra: “Burada bizi izleyenlerin huzurunda yemin ediyorum, vallahi ve billahi o silahlar Türkmenlere gitmiyordu” dediler!

Önce: “Sağlıkta çağ atladık” dediler.

Sonra: “Hemşire doktor sayımız OECD’nin altında” dediler!

Neler demediler ki;

“Bir yanlış yaptık, HSYK’yı denetleyen mekanizma vardı, biz dedik bu denetlemeyi kaldıralım dedik, kaldırdık, yanlış yapmışız.”!

Önce: “Eğitimde çağ atladık” dediler.

Sonra: “Eğitimde maalesef mesafe kat edemedik, üzgün olduğum bir konudur.”!

“Eğitim seviyesi arttıkça AKP’nin hitap ettiği alan, düşüyor.”!

“Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum” dediler!

“Üzülerek söylüyorum ki, kültür sanatta mevcuda dahi sahip çıkamadık!” dediler.

Hıristiyanlığın Anadolu’da yeniden nefes alabilmesi için neler yaptıklarını da kendileri söylediler:

• “Sen Sinod Meclisi (meclisin TC vatandaşı üyeleri azalmış ve) Patriği seçmekten düşmüştü ve ben o zaman sayın patriğe haber gönderdim, bize bu noktada bazı isimler gönderin, biz onları (Türkiye ile alakasız papazları) vatandaş yapalım ve onlar Sen Sinod Meclisi’ne girmiş olsunlar ve sizdeki seçim meşru olsun. Ve bize isimler geldi, 7 idi ben bu çağrıyı yaptığımda 17’ye çıktı. Şu anda 17 tane Sen Sinod meclisinin dini elemanları var.” Dediler!

• “Daha da ileri gideceğim, mesela patrik yurtdışına çıkmak istese, Lozan’a göre Eyüp Kaymakamlığının müsaadesi ile çıkabilirdi. Biz bunun önünü açtık” dediler!

• “Sümela’yı yapıyoruz, biz yapıyoruz. Yapılan yer şartları öyle zor bir yer ki, dağ yamacı adeta. Sümela Manastırı’nı koşullar zor da olsa bitireceğiz ve tüm Hristiyan dünyasının hizmetine sunacağız.”,

• “İstanbul Balat’da patrikhanenin kısa bir mesafede Demir Kilise namıyla maruf bir kilise var. Bitiyor ve 7 Ocak’ta Boyko ile birlikte açılışını yapacağız.” Dediler.

• “Ya Allah Bismillah” diyerek kilise açtılar. Milletin parasından 450.000 lira harcayarak onarıp hizmete açtıkları kilisenin adı İskenderun Süryani Katolik Kilisesi idi.

• Van Akdamar Kilisesi’ni yine milletin 2 trilyon 600 milyar lirasıyla tamir ettirip Hıristiyanların ibadete açtılar. İktidara geldikleri 2002 yılından bu yana Anadolu’daki tam 742 kiliseyi devlet koruması kapsamına aldılar.

“Bazı konularda mesafe kat edemedik, reel faizleri düşüremedik, bu bir özeleştiridir, yüksek faizler ağırıma gidiyor, faize dayalı sistem devam ediyor, şahsen krizler karşısında şaşırmadığımı ifade etmeliyim.”!

“Şu anda işsizlik yüzde 11’in üzerinde, bu ülke bu hale düşmeli miydi? Bize lazım olan üretimdir, istihdamdır, bu halde kalkınabilir miyiz?”!

“Bazı ufak tefek hırsızlıkları falan filan, yolsuzluk diye büyütüyorlar” dediler!

“Üniversite mezunlarının hepsine iş bulmamız mümkün değil!”

“80 milyona ucuz et yedirme gibi bir iddiamız yok”!

Avrupa Birliği “bize söyledikleri parayı vermediler, vereceğiz dediler, bizi hep oyaladılar, vermediler, vizesiz gireceksiniz dediler, yalan söylediler.”!

“Ucube inşaatlar yaptık, bizler İstanbul’un güzelliğine çok yanlışlar yaptık, biz bu şehrin kıymetini bilemedik, biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum”!

“Şehirlerimizin tarihi doğal dokusunu bozduk!” dediler.

“Gökçek bu yapıya (FETÖ) Ankara’yı parsel parsel satmıştır”!

Çocuk tecavüzleri için “bir kereden bir şey olmaz”!

Ölen madenciler için “bu işin fıtratında var” dediler!

“Türkçeyle felsefe yapamazsınız!”,

“Farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünü açıyoruz!” dediler.

“Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alıyoruz!”,

“AKP ile hepimiz Türk olmaktan kurtulduk!”,

“Türk milliyetçiliği bölücülüktür!” dediler.

Cumhuriyete “90 yıllık enkaz!”, Cumhuriyeti kuranlara “iki ayyaş” dediler!

“Birisinin babasının ve kendisinin doğum yeri Selanik’se Selaniklidir, kimse Türk Atatürk demesin, orijinali Yunan yani, Türk’e benzemiyor, keşke Atatürk olmasaydı” dediler!

“Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur” dediler!

“Her 10 Kasım’da yaygara kopartılıyor”, “Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok” dediler!

“600 yıllık imparatorluğun reklam arası sona erdi” dediler.

“Ulusal devletle hesaplaşma zamanı geldi” dediler.

“Kuşkusuz İsrail Devleti Türkiye’nin dostudur” dediler!

Öcalan’a “Sayın”, şehide “Kelle”, çiftçiye de “Lan artistlik yapma, hadi ananı da al git” dediler!

Artık parlamenter demokrasi yok”!

“Demokrasi bizim için amaç değil araçtır”!

“Laiklik bir kere anayasada olmamalıdır”!

“Bütün okulları imam hatip yapacağız”!

“Anıtkabir’i de yıkarız elhamdülillah” dediler!

Diyarbakır’da “megri megri”, Ankara’da “milli yerli” dediler.

Dediler, dediler, dediler…

Her şeyi kendi ağızları ile söylediler. 

Eskiler derler ki, “Hayat ileriye doğru yaşanır, ancak geriye doğru anlaşılır”. Onun için biz biraz geriye doğru gittik. Gittik ki, konu anlaşılsın. 

Görüyorsunuz ki, uzun zamandır bir “Milli-Yerli” tartışması almış başını gidiyor…

Şimdi siz karar verin: 

Bunlar mı istikrarlı ve tutarlı?

Bunlar mı iyi ve yararlı?

Bunlar mı MİLLİ ve YERLİ?


Bu haber 433 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 12:10 am A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.