ŞEYTAN’IN ŞÖVALYELERİ

Hasip Sarıgöz - Eylül 7, 2018 1:50 am A A

 Dünya yaratıldığından bu yana devam eden kadim bir savaş vardır. Hiç bitmeyen ve kıyamete kadar da bitmeyecek olan bu savaş iyilerle kötülerin savaşıdır. Bir yanda karanlığı temsil eden Şeytan’ın kara şövalyeleri, diğer yanda da çoğunluğunu hilalilerin oluşturduğu, aydınlığın temsilcileri, iyiliğin güçleri, iyiliğin Alpleri…

Bilindiği üzere Şeytan amacına ulaşabilmek için her yolu deneyen, her boya küpüne girebilen ve her türlü hileyi kullanarak her türlü tuzağı kurabilen, insanüstü ama lanetlenmiş bir yaratıktır. Ama asla yalnız değildir. İnler ve cinler âleminden kandırdığı bütün yaratıkları şeytanileştirerek kendine benzetir ve kendisine hizmet eden iblisler ordusunu kurar. Bu şer ordusu Şeytan’ın özel olarak seçtiği komutanlar tarafından yönetilir. İşte biz bu yöneticilere Şeytan’ın Şövalyeleri diyoruz.

Yüce Allah’ın takdiri ile bazı gaybi olaylara vakıf olabilen Sevgili Peygamberimiz, daha yaşadığı dönemde hilalileri Şeytan’ın Şövalyeleri’ne karşı uyarmıştı. Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardı:

“-Abbasoğullarının içinden doğudan ileride siyah Sancaklı kişiler çıkacak. Onların önce gelenlerinin ve sonra gelenlerinin işi adam öldürmek olacak. Onlara yardım etmeyin. Allah onlara yardım etmez. Kim onların sancağı altında yürürse yahut bayrağını taşırsa Allah onu kıyamet günü cehenneme koyar. Gerçekten onlar Allah’ın en şerli yaratıklarıdır. Onlar benden olduklarını iddia edecekler. Dikkat edin, ben onlardan beriyim ve onlar da benden beridir. Onların alameti şudur: Saçlarını uzatırlar ve siyah giyerler. Onları desteklemek için oturmayın. Çarşılarda onlarla alışveriş yapmayın. Onlara yol göstermeyin ve onlara su vermeyin. Çünkü onların haykırdıkları Tekbir, sema ehli’ni rahatsız etmektedir. 

İşte kâinatın efendisi, neredeyse tam 1500 yıl önceki bu sözleriyle şer güçler hakkında bizleri hem bilgilendiriyor, hem de bu güçlere karşı nasıl davranmamız gerektiğini bildiriyor.

 

Siyah Sancak kullanacaklar!

 

İşleri adam öldürme, cinayet, katliam, zulüm ve fitne olacak!

 

Kendilerinin İslam’dan olduklarını iddia edecekler!

 

Saçlarını Uzatacaklar.

 

Siyah giyinecekler! (Bilindiği üzere siyah karanlığın, kötülüğün, üzüntünün, yasın, umutsuzluğun, uğursuzluğun ve Şeytan’ın rengidir.)

 

Onların getirdiği tekbirler sema ehlini rahatsız eder.

 

Gerçekten onlar Allah’ın en şerli yaratıklarıdır!

 

Peki, bu şer güçler günümüzde kimler olabilirler? Sanırım hepinizin aklında bir şeyler hemen canlanıverdi. “IŞİD” dediğinizi duyar gibiyim. İyi ama adlarına IŞİD dediğimiz bu kara Sancaklı karanlık adamlar kimler?  Bu adamlar nerelerde ve nasıl yaşarlar? Nasıl beslenirler? Nasıl eğitilirler? Bu acımasızca cinayetlerini nasıl işlerler? Parayı, silahı ve mühimmatı nereden bulurlar. Arkalarındaki Şeytan’ın efendileri kimlerdir? Örgütlü oldukları kesin ama örgüt yapıları nasıldır. Liderleri kimdir ve nerelerden emir alırlar?

Şimdi onları biraz daha yakından tanıyalım. İşte karşınızda “Şeytan’ın Şövalyeleri”:

 

Aslında her şey, bazı çevrelere göre şeytanın başı olarak ifade edilen ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” ile beşeriyetin ve enerji kaynaklarının anavatanı olan Ortadoğu’yu kendi hegemonyası altına almak istemesi ve bunun için harekete geçmesiyle başladı. ABD; önce Mısır’da, sonra Libya’da, daha sonra da Suriye’deki yönetimleri örtülü bir savaşla ve gerekirse dış askeri müdahaleler yoluyla yıkma yoluna girdi. Bu ülkelerde İhvan ve ona bağlı terör çeteleri bu amaçla harekete geçirildi. Tek kutuplu hale gelmiş olan dünyanın karşısındaki en önemli güçler olan Rusya ve Çin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Libya’ya havadan dış müdahaleyi veto etmeme hatasını yapınca, ABD; daha önceden harekete geçirdiği terör çetelerine NATO maskesini kullanarak tam desteğe başladı. Birkaç aylık ağır bombardıman neticesinde Libya’da Kaddafi yönetimi düştü ve Kaddafi de linç edilerek öldürüldü. Libya artık ABD hegemonyasına sokulmuştu. Bu icraat ile Arap dünyasının içinde en azılı İsrail düşmanlarından birisi de yok edilmiş oldu.

 

Libya’da yaşanan gelişmeleri değerlendiren Rusya ve Çin, aynı hatayı Suriye’de tekrarlamadı. Bu nedenle ABD Suriye’de doğrudan askeri saldırı ve işgal olanağını bulamadı. Bunun üzerine ABD tarafından 120 bine yakın teröristin seferber edildiği sıra dışı ve örtülü bir savaş başlatıldı. Maalesef bu aşamada Türk hükümetinin de bu kirli savaşta alet olarak kullanıldığına dair birçok görüş ve emare bulunmaktadır.

 

IŞİD denilen bu eli kanlı örgüt, ilk olarak Ebu Musab Zerkavi tarafından Bağdat’ta kurulmuştur.

Örgütün ilk adı, “Cemaat El-Tevhid Vel-Cihad” idi.

2004 yılında “Tanzim Kaidat El-Cihad Fi Bilad El Rafidayn” ismini aldı.

Ama daha çok “Irak El Kaidesi” olarak tanınıyordu.

2006 yılının başlarında biraz daha güçlenerek “Mücahidin Şura Konseyi” adını aldı.

Ekim 2006’dan itibaren ise “Irak İslam Devleti” adını kullanmaya başladı.

Örgüt Irak’ın dışına taşarak Suriye’de de faaliyet göstermeye başlayınca, 2013 yılından itibaren “Irak Şam İslam Devleti” yani “IŞİD” adını kulandı.

Bugün ise IŞİD ve DEAŞ adlarıyla bilinmektedir.

 

IŞİD denilen bu güç Suriye’ye taşınmadan önce daha Irak El Kaidesi olarak bilindiği dönemlerde, ABD tarafından; Irak’ta Sünni bir kukla devlet kurabilmek için Nuri El Maliki yönetimine karşı kullanılmıştı. IŞİD ve bunun ruh ikizi diyebileceğimiz Nusra Cephesi’nin ilk nüveleri, Müslüman Kardeşler (İhvan) üzerinden, İstanbul’da kurulan Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) içinde yer aldılar. Libya’daki cephanelikler yağmalanarak Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) gönderilen silahlardan IŞİD ve Nusra da paylarını aldılar. Suriye devlet gücü Özgür Suriye Ordusu’nu dağıtınca, dağılanlar IŞİD ve Nusra’ya katılarak bu iki örgütü güçlendirdiler. Ama IŞİD’in kullandığı askeri yöntemler, istihbarat toplama ve analiz yeteneği ile psikolojik harekât yöntemleri sıra dışı, profesyonelce ve oldukça başarılıydı. Bu durum, bu şer gücün bir üst akıl tarafından yönetildiği şüphesini güçlendirmektedir. Ayrıca IŞİD çok büyük bir ticari şirket gibi faaliyet göstermektedir. IŞİD’in sadece kaçak petrolden ayda bir milyon doların üzerinde gelir sağladığı bilinmektedir. Aynı IŞİD, Reyhanlı’daki gizli bürosu aracılığı ile Konya, Ankara, İstanbul ve Türkiye’nin başka birçok yerinden militan devşirmeye devam etmektedir. Örneğin; yakalanan IŞİD militanı Muhammed Yusif Vazo, Adana, Urfa ve Cizre’de irtibat noktalarının bulunduğunu açıklıyordu.

 

Şimdi gelelim örgütün yapısına;

 

Örgütün ilk lideri Ebu Musab Zerkavi,

İkinci lideri Ebu Ayyub El-Masri,

Üçüncü lideri Ebu Abdullah El-Rashid Bağdadi

Ve dördüncü lideri Ebu Ömer Bağdadi idi.

                                                           Ebu Bekir El-Bağdadi

Bu liderler sırasıyla öldürüldükten sonra örgütün başına şimdiki lideri Ebu Bekir El-Bağdadi geçmiştir. Örgütün liderliğine gelmesinin ardından da hilafet ilan edildiğini, kendisinin de halife olduğunu duyurmuştur. Bağdadi, Rusya’nın Sesi Radyosu’na göre bir CIA ajanıdır. Aynı Bağdadi, 2004-2009 yılları arasında ABD’nin elinde ve hapisteydi. Her ne oldu ise 2009 yılında serbest bırakıldı ve Irak yönetimine teslim edildi. Hemen arkasından da IŞİD’in sıra dışı yükselişi başlamış oldu. Bu adamlar selefiliği benimsemiş adamlardır. Mevlid, kandil ve türbe gibi uygulamaları şirk, metafizik, tasavvuf ve kelam gibi ilimleri küfür sayarlar. Yine demokrasi bunlara göre şirktir. Kuran’ın mecazi yorumlarını reddederler, Hz. Muhammet’ten başka hiç kimsenin lafını delil olarak kabul etmezler. Farzları yerine getirmeyenleri kâfir ilan ederler. Bu nedenle kolayca Müslüman kanı dökerler. Radikal Selefi anlayış, tekbir getirerek kafa kesme cinayetlerinin kaynağıdır.

Örgütlenmesine baktığımızda ise, en tepede Ebu Bekir El-Bağdadi ve ondan aşağıya doğru hiyerarşik bir yapı ile karşılaşmaktayız.

 

Üstte Bağdadi’nin başkanı olduğu bir kabine ve kabinenin içinde;

Finans Emiri (Komutan),

İdari İşler Emiri,

Güvenlik Emiri,

Askeri Emir,

Şeriat Emiri,

Mahkûm İşleri Emiri,

Eyalet Emiri,

Mücahit Toplama İşleri Emiri vardır.

Sonra o kabineye bağlı olarak çalışan aynı yapıda bölgesel kabineler de yer almaktadır.

 

Üstteki kabinenin altında Irak ve Suriye vekillikleri de vardır. Her bir vekilliğe bağlı: Savaş Ofisi,

            Liderlik Konseyi ve

            Şura Konseyleri vardır.

 

Savaş Ofisinin altında:

Ekipman,

Saldırı ve

Şehit İşlemleri birimi;

 

Liderlik Konseyinin Altında:

Finans,

Askeri,

Hukuk,

Avcı Destek,

Güvenlik,

İstihbarat ve

Medya birimleri vardır.

 

Şura Konseyi ise;

Din İşleri ve

Askeri İşler birimlerinden oluşmaktadır.

Örgüt taktik olarak alan hâkimiyeti prensibini kullanmaktadır ve hatta bu yöntemi kullanan tek örgüttür diyebiliriz. Toplamda 10 yıllık bir örgüt, Bağdadi dönemi ise son 5 yıl… Böyle bir örgüt bu kadar kısa bir sürede 30/40 yıllık örgütleri geride bırakan kapsamlı bir örgütlenmeye ve sıra dışı bir güce sahip… Böyle bir güç ve profesyonelce bir idare; her zaman, arkasında bir devlet gücü mü var kuşkularını oluşturmakta ve güçlendirmektedir.

 Ele geçirilen IŞİD’e ait muhasebe defterlerine göre örgüt bütün üyelerine maaş vermektedir. Maaşlar bölgeye ve kişilere göre belli bir formülle belirlenmektedir. Bekâr savaşçılar için az, evli ve çocuklu savaşçılar için çok maaş verilmektedir. İşin çok daha ilginç olan yanı ise, bir savaşçının öldürülmesi veya yakalanması halinde dahi maaşın yakınlarına ödenmeye devam ediliyor olmasıdır. Yani bu yönüyle bir tür sosyal güvenlik sistemi de kurulmuş durumdadır. Peki, ya bu değirmenin suyu nereden geliyor? Bilinen %15’i bağışlardan, bir kısmı gasp edilip satılan mallardan, Bir kısmı Şiilerden alınan haraçlardan, çok önemli bir kısmı da kaçak petrolün satışından elde edilmektedir. Bütün bu gelirler yetmezse, sanırım o zaman da üst akılın kasası devreye girmektedir. Sadece 2006-2009 yılları arasında, örgütün Beyci Rafinerisi’nden elde ettiği kaçak petrolden elde ettiği gelirin 2 milyar doların üzerinde olduğu iddia edilmektedir. Peki ya bu petrolü kim satın alıyor? Çok net değil ama coğrafi olarak Türkiye’nin bu ticaretin en önemli merkezlerinden biri olduğu yazılıp çizilmektedir ve tabi ki sıkça da İsrail’in adı geçmektedir. Nitekim IŞİD-ABD ve İsrail bağlantıları konusunda ABD’nin kirli işlerini ortaya seren eski CIA ve NSA ajanı Edward Snowden, sığındığı Rusya’da, MOSSAD’ın bir yıl boyunca IŞİD lideri Bağdadi’ye yoğun bir askeri eğitim, dini eğitim ve konuşma becerisi kursları verdiğini açıklamıştır. Yine, eski CIA sorumlusu Graham Fuller de “ABD’nin bu örgütün ana yaratıcılarından bir olduğunu düşünüyorum” demiştir.

Örgütün dış destekleri nelerdir? Diye soracak olursak, mesela; okyanus ötesinde basılan dolarların Katar gibi bir ülke üzerinden örgüte aktarılarak finansmanı, Suudi Arabistan gibi bir ülke üzerinden silahları ve Türkiye gibi bir ülke üzerinden lojistik desteği planlanarak sağlanmış olabilir. Nasıl mı? Örneğin; Alman Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanı Gerd Müller, IŞİD’i Katar’ın finanse ettiğini ZDF kanalında açıklamıştır. Buna göre Katar IŞİD için bir keresinde Türkiye’ye 1milyon 375 bin dolar ödeme yapmıştı. 25 Nisan 2013 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin haberine göre, Türkiye’den Libya’ya gitmek için yola çıkan El-İntizar adlı gemide yapılan aramada, 990 tüfek ve 410 tabanca ile binlerce mermi ele geçirildi. Geminin sahibi CIA idi. Silahlar ise Libya’ya değil Suriye’ye gitmekteydi! Yine 14 Ekim 2012 tarihli Times Of London’da yer alan bir habere göre; yine El-İntizar adlı gemi 400 ton kargo ile İskenderun Limanı’nda demirledi. Gemide karadan havaya uçaksavar füzeleri, RPG’ler ve MANPAD tipi füzeler olduğu iddia ediliyordu. Silahlar Suriyeli muhalifler içindi. Resmi açıklamaya göre ise gemi tıbbi yardım malzemesi taşıyordu. IŞİD- Türkiye bağlantısı konusunda çok daha ilginç bilgi ve iddialar da mevcuttur. Mesela Türk El Kaidesi davasının Savaş Kırbaş’tan önceki savcısı, sonradan baya ünlenecek olan Ergenekon Kumpası’nın savcısı Zekeriya Öz’dür. Öz bu davada yargılanan 71 kişiden 33’ünün beraatını istemişti. 31 kişi Savcı’ya göre El Kaideci değildi. 
07 Temmuz 2014 tarihli Aydınlık Gazetesi, “MİT’ten IŞİD’e Paralı Asker” manşetiyle çıktı. Özel Kuvvetler’den emekli bir grup askerin, Hükümet’in bilgisi dâhilinde IŞİD için savaştığı ve ayrıca Konya’daki bir şirketten IŞİD’e lojistik destek verildiği öne sürülüyordu. Bu şirketin sahibi ise emekli bir binbaşıydı. Hatta İran’ın iddiasına göre Türk Hava Yolları (THY) IŞİD’e savaşçı taşıyordu. Peşmergelerin Erbil çevresinde IŞİD’e karşı yaptığı ABD destekli bir harekât sırasında, IŞİD üyelerinin elinde Makine Kimya Endüstrisi (MKE) damgalı mühimmat bulunduğu yazılıp çizilmiştir.
 

Türk istihbarat birimlerinin raporuna göre tam 1800 araç Türkiye’den çalınarak, yasadışı yollardan Suriye’ye geçirilmiştir. Bu araçlardan 1000 adedi, silahlandırılarak yeniden düzenlenmiş ve IŞİD tarafından kullanılmaktadır.
IŞİD bu araçları temin edebilmek için Türkiye’deki oto hırsızlık şebekelerini para karşılığı taşeron olarak kullanmıştır. Diğer yandan, Suriye’ye giden MİT tırlarındaki silahların aslında kimlere gittiği hala açıklığa kavuşturulmuş değildir. IŞİD’li bazı komutan ve militanların Türkiye’deki hastanelerde tedavi edildiği konusu
ise artık bilinen bir gerçektir. 
Ve yine iddialara göre Gaziantep’te Türkiye’nin desteklediği “Davut Tugayı” adlı bir örgüt eğitilip silahlandırılmış ve daha sonra IŞİD’e katılmıştır.
Musul Konsolosluğunda esir alınan Türklerin IŞİD tarafından neyin karşılığı Türkiye’ye iade edildiği de ayrı bir merak konusudur. Tabi ki burada dile getirilmeyen daha başka birçok iddialar da vardır.

Film henüz bitmemiştir. Filmi hala daha seyretmeye devam ediyoruz. Ne zaman ve nasıl sona ereceğini de tabi ki tam olarak bilemiyoruz. Ama mevcut durum üzerinden ve sonuçtan sonuca ulaşma analizi yöntemiyle, gelecekle ilgili bazı değerlendirmeleri pekâlâ yapabiliriz. Çünkü bazı durumlarda görünen köy kılavuz istemez.

IŞİD’in ortaya çıkması ve Musul’u işgal etmesi, Barzani için Kerkük’ü sözde IŞİD’ten koruma bahanesiyle işgal gerekçesi oluşturmuştur. Sonuç olarak Barzani bu fırsatı hemen değerlendirmiş ve Kerkük’ü tamamen işgal etmiştir. Bu işgalle birlikte Türkiye’nin “Kerkük Türk Kentidir” tezi de tarihe karışmıştır. Yakın zamanda Kerkük Kuzey Irak’taki sözde Kürt Devleti’nin başkenti olmaya adaydır. Barzani bu işten karlı çıkmıştır.

IŞİD’in ortaya çıkardığı istikrarsızlık ve kargaşa nedeniyle, merkezi Irak Hükümeti’nden iyice kopan Barzani, bağımsızlığa iyice yaklaşmıştır. Özgüveni daha da artan Barzani, Iraklıların tamamına ait olan petrolü kaçak olarak kendi hesabına satmaya başladı. İddialara göre bu petrolün en büyük alıcısı İsrail’dir. Barzani ile birlikte İsrail de karlıdır.

IŞİD nedeniyle zayıflatılan Irak Merkezi Yönetimi’nin Başkanı Maliki devrilmiştir. Maliki’den sonra iktidara gelenler, Irak’ın toprak ve siyasal bütünlüğünü eskisi gibi savunmamaktadırlar. IŞİD nedeniyle Irak’ın büyük kayıpları ve zararları vardır.

ABD’nin Suriye’ye bulaşmasından önce Rusya’nın Akdeniz’deki askeri gücü sadece Suriye’nin Tartus Limanı ile sınırlıydı. Oysa bugün Rusya Suriye’nin neredeyse her yerine deniz, hava ve kara unsurlarıyla yerleşmiş durumdadır. Rusya’nın bu askeri gücünü buradan kolayca çekmesini beklemek tam bir saflık olacaktır. Dolayısıyla IŞİD Rusya’nın da işine yaramıştır.

Irak ve Suriye’deki belki de bütün muhalif/terörist gruplara silah gitmiştir. Ama bir tek Türkmenlere gitmemiştir. Türkmenler böyle belalı bir ortamda savunmasız bırakılmışlardır. Hatta diğer bütün gruplar Türkiye’ye mülteci olarak kabul edilirken, konu Türkmenler olunca sınır kapıları koca birer duvar olmuştur. IŞİD’in, PKK’nın, PYD’nin, Barzani’nin, ABD’nin ve Rusya’nın insafına terk edilen Türkmenlerin önemli bir kısmı katledilmiş, büyük bir kısmı da yerlerinden yurtlarından sürülmüştür. Yani bu yolla Türkmenler bölgeden tasfiye edilerek, bölgede kurulması planlanan Kürt devleti için saha temizliği yapılmıştır. Yani IŞİD nedeniyle en büyük zararı görenlerden birisi de Türkmenlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana, ikinci toprak kaybını IŞİD tehlikesi nedeniyle yaşamıştır. (T.C.’nin ilk toprak kaybı 2004 yılından itibaren Yunan egemenliğine terk edilen Ege Denizi’ndeki 16 civarı Türk adasıdır) Suriye’deki Süleyman Şah Türbesi tahliye edilmiş ve Türbe’ye ait olan Türk toprağı da ilk defa bir terör örgütüne terk edilmiştir. Reyhanlı’da, Suruç’ta ve Ankara’da canlı bombalar patlatılmış ve yüzlerce canımız uçup gitmiştir. Patlak veren Kobani olayları nedeniyle ülkemizde tezgâhlanmak istenen iç savaş nedeniyle binlere varan devlet binası, binlere varan araç gereç, Atatürk heykelleri ve niceleri ateşe verilmiş, 50 civarı insanımız hayatını kaybetmiştir. Musul konsolosluk baskını ile Süleyman şah Türbesi’nin tahliyesi, Türk Devleti’nin büyük devlet olma imajını yerle bir etmiştir. Üç milyona yakın mültecinin arasında ülkemize ne kadar teröristin girdiği ve nelerle meşgul oldukları ise bilinmemektedir. IŞİD ile başlayan süreç Türkiye’nin güvenliğine ve istikrarına büyük darbeler vurmuştur. Bu yönleriyle Türkiye, bu meseleden dolayı kaybı tam hesaplanamayan ülkelerin başında gelmektedir.

IŞİD adeta bir kaldıraç gibi kullanılarak, Türk Hükümeti’nin de bizzat katkısıyla KDP-PYD/PKK ittifakı, diğer taraftan PYD-ABD ittifakı ve PYD-Rusya ittifaklı gerçekleştirilmiştir. Nitekim ABD, PYD ile ortak olduğunu en yetkili ağızlardan açıklamış, PYD bölgesine asker göndermeye, PYD’ye de açıkça silah ve mühimmat vermeye başlamıştır. Kısa sürede de birçok Kürt kantonu ortaya çıkarılmıştır. Orta ve uzon vadede PYD’ye verilen bu silahların Türkiye’ye döneceği ve ölüm kusacağı kesindir. Yine orta ve uzun vadede PKK’nın da ABD’nin terör örgütü listesinden çıkarılacağı kesin gibidir. Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyi Araplardan ve Türkmenlerden arındırılmış durumdadır. Büyük güçler başarabilirlerse eğer öncelikle Türkiye’nin güneydoğusu Türklerden arındırılarak Türkiye’den koparılacak, İran’ın kuzey batısı da Perslerden arındırılarak İran’dan koparılacak ve hayallerdeki kukla Büyük Kürdistan kurulacaktır. Ancak bu durum öyle uzun sürmeyecektir. Kuruluşa zamanına paralel olarak Büyük Kürdistan’ın kuzeyi Büyük Ermenistan’a, güneyi de Büyük İsrail’e tahvil edilecektir. Bu yolla Arz-ı Mevud rüyası da gerçekleştirilmiş olacaktır. Nihai hedef budur. Ama bu hedefin gerçekleştirilmesi için en zor aşama olan Türkiye’nin elindeki toprakların bir türlü Türklerden alınmasıdır. Bunun için kullanılabilecek en iyi maşa da bölücü Kürtçülerdir. Zaten büyük güçler de bunu yapmaktadır.

Sonuç olarak, Şeytan’ın kara Sancaklı kara şövalyelerinin oynadıkları karanlık roller neticesinde, bölgenin en çok kaybedenleri Irak, Suriye, Türkiye ve Türkmenler olmuştur. Ortaya çıkan vahim gelişmeler artık Türkiye için beka meselesi haline gelmiştir. Türkiye ve Rusya birbiriyle it dalaşı yapar durumdadır. Allah korusun III. Dünya Savaşı’nın fitilinin ateşlenmesi an meselesidir. Maalesef ki çıkması muhtemel büyük savaşın tam da ortasında Türkiye vardır.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın Şam’daki Emevi Camiinde namaz kılma hayalleri tamamen suya düşmüş ve tarihe gömülmüş durumdadır. Ancak gelinen nokta itibarıyla Türkiye’deki camilerimizde huzur içinde kılmakta olduğumuz namazlarımız da tehlikeye girmiş gibidir. En azından Türkiye’nin bir bölümü için bu böyledir. Bu tehlikeli ve şer güçlerin emellerine hizmet eden gidişat önce durdurularak sonra da tersine çevrilemezse en büyü zararı yine Türk milleti görecektir! Ancak unutmamak gerekir ki, Türk milletinin zekâsı ve sezgisi ve ayrıca direnme gücü yüksektir. Köklü dış politika değişiklikleri de dâhil olmak üzere, eninde sonunda gereği yapılacak ve Türk milleti varlığını ve birliğini ne pahasına olursa olsun koruyacaktır. Şeytan’ın Şövalyeleri de onların ağababaları da ağızlarını paylarını alacaklardır.  Çünkü zor oyunu bozar…

 

Bu haber 497 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 1:50 am A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.