KADERİNİ TAYİN

Hasip Sarıgöz - Eylül 7, 2018 12:25 am A A

 Yıl 1914 idi.

Sovyet Rusya’nın lideri Lenin tarafından bir makale yayınlandı.

Makalenin adı: “Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” idi.

Derken, 1917 Bolşevik Devrimi’nin hemen ardından Lenin ve Stalin’in imzasını taşıyan ünlü bir çağrı yayınlandı.

Çağrı: “Rusya Müslümanları, Volga ve Kırım Tatarları, Sibirya ve Türkistan Kırgızları ve Sartları, Kafkas Ötesi’nin Türk ve Tatarları, Çeçenler ve Kafkas dağlıları, sizler!.. Camileri ve ibadethaneleri yıktırılmış, inanışları ve gelenekleri Çarlar ve Rusya’nın baskıcıları tarafından ayaklar altına alınmış olan sizler!.. Farisiler, Türkler, Araplar, Hintliler!…” diye devam ediyordu.

Yıllardır baskı ve zulüm altında inin inim inleyen halklarda bir umut yeşerir gibi oldu. Ama ne yazar?

Lenin makalesi de Lenin ve Stalin imzalı çağrı da sadece kâğıt üzerinde ve satırlarda kaldı. 

Tarih; Asya Türkleri başta olmak üzere güçlü devletler karşısında askeri, teknolojik ve nüfus yönünden zayıf milletler için hep işgali, esareti, sömürüyü ve zulmü yazdı.

Çünkü “Self Determinasyon Hakkı” da denilen bu hak; emperyalistler tarafından sadece kendi çıkarları için bölüp parçalamak istedikleri bölgelerde hatırlandı. İşte bugün Irak’ta ve Suriye’de hatırlandığı gibi…

Hem halkların kendi kaderini tayin hakkından bahseden, hem de milyonlarca Müslüman Türk’e esareti, sürgünleri ve zulmü reva gören Rusya’dan sonra sazı 1918 yılında Amerika eline aldı. 

Hani nerede değerli madenler, nerede petrol ve nerede doğalgaz varsa, dünyanın her yerine ölüm, zulüm ve kanla demokrasi götüren, hani dünyanın en büyük soykırımlarından bir olan Kızılderili soykırımına imza atan şu bizim Amerika! 

Birinci Dünya Savaşı biterken, ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson tarafından; 8 Ocak 1918 tarihinde, adını mutlaka duyduğunuz meşhur Wilson Prensipleri açıklandı.

Bu prensipler Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdirecek olan barış görüşmelerine temel olacak 14 maddeden oluşmaktaydı.

12’nci madde Osmanlı toprakları ile ilgiliydi ve şöyle deniliyordu: “Bugünkü Osmanlı Devleti’ndeki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Osmanlı yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır”!!!

Ne kadar güzel değil mi? Türklere ölmeyecekleri kadar bir toprak bırakalım ve gerisini kafamıza ve çıkarlarımıza göre dağıtalım.

Anlaşılan oydu ki, “Kendi Kaderini Tayin Hakkı” denilen sözde evrensel ama özde emperyalizmin anahtarı olarak kullanılan bu hak; uyanık ABD Başkanı Thomas Wilson tarafından, özellikle Osmanlı topraklarında yeni devletler kurmak için ortaya atılmıştı. 

Çünkü meşhur Wilson Prensipleri ile Doğu’da bir Ermeni devleti, Kuzeyde bir Rum Pontus Devleti, Güneydoğu’da da bir Kürt devleti yaratıp kendi sömürgeleri haline getirmeye çalışırlarken; o zamanlar halkının neredeyse tamamı (en azından ezici çoğunluğu) Türk olan 

Batı Trakya, Bulgaristan, Kıbrıs, Musul-Kerkük ve Azerbaycan (Türkleri) için kendi kaderini tayin hakkından hiç de bahseden yoktu!

Hatta ve hatta, Lozan görüşmeleri anlaşma sağlanamayıp kesintiye uğradığı süreçte İngilizler tarafından yapılan ağır bir bombardımanla Musul’da Türkiye yanlısı halk bırakılmadıktan sonra Musul’da ısrarla plebisiti (kendi kaderini tayin maksadıyla yapılan halk oylaması, referandum) savunan emperyalist batı, her nedense aynı dönemde Batı Trakya’da plebisit yapılmasının teklif edilmesine dahi büyük tepki göstermiştir.

Maalesef ki Türk milletini bölüp parçalamak isteyen emperyalistlerin 1800’lerden itibaren her fırsatta kullanageldikleri kart Kürt kartı oldu. Daha doğrusu Kürtler, sık sık kan ve gözyaşı ile sulanan bu topraklarda, emperyalistlerin bir maşası olarak kullanıldılar veya kullanılmak istendiler. Yani aynı günümüzdeki gibi…

Fakat Türk milleti için adeta ateşle bir imtihan olan o çetin günlerde emperyalistlerin karşısına hiç de tahmin edemedikleri bir faktör çıktı. O faktörün adı Mustafa Kemal idi.

Ulu önderimiz Atatürk; taa Orta Asya’dan beri Anadolu’da ve dünyanın her yerinde kader birliği yaptığımız “Kürtleri bağrımıza katarak” Türk Milleti’nin kendi kaderini tayin hakkını bir bütün olarak kullanacağını bütün dünyaya ilan etti ve Dumlupınar’da diğer tuzaklarla birlikte Wilson tuzağını paramparça etti.

Aradan yıllar geçti ve devran döndü.

Takvimler 04 Haziran 2003’ü gösterirken AKP Hükümeti’nin oylarıyla TBMM’de Türk milletine zararlı bir yasa kabul edildi. Adı kamuoyunda bilinen adıyla “İkiz Yasalar” idi.

İşte bu “İkiz Yasalar” denilen yasa ile Türkiye; 1984 yılından bu yana Güneydoğusunda bir ölüm kalım mücadelesi vermekte olduğu halde, artık kendi içindeki farklı halkların, her türden etnik toplulukların, mezheplerin, farklı toplumsal kökenlerin, tarikatların, cemaatlerin ve yerel grupların kendi statülerini özgürce tayin etme haklarını kabul etmiş oluyordu.

Bu yasanın ilerde başımıza örebileceği çorapları gören aydın vatanseverler ve milliyetçiler itirazlarını dile getirip bu yasaların iptalini her platformda talep ettiler ama nafile, hükümetin kulak astığı dahi görülmedi.

Şahsen ben de 2012 yılında yayınlanan “Türk’ün Karakterinin Deşifresi” adlı eserimin 404’üncü sayfasında “İkiz yasalar adıyla bilinen yasalar derhal kaldırılmalıdır” diyerek bu yasanın zararları konusunda kamuoyunu uyarmış ve karşı çıkmıştım. Yine söylüyorum ki, yarından tezi yok bu yasalar kaldırılmalıdır.

Çünkü bugün için Kuzey Irak’ta Yahudi Barzani eşkıyası eliyle uygulanmak istenen bağımsızlık referandumu gücünü, işte bu Wilson İlkeleri’nden ve AKP Hükümeti’nin yasalaştırdığı İkiz Yasalardan almaktadır.

Aslında Self Determinasyon hakkı, Birleşmiş Milletler Anlaşması Dostane İlişkiler Bildirisi’nin 7’nci maddesine göre “ayrımcılıktan uzak, her grubun temsil edildiği, sömürge ve baskı düzeni bulunmayan devletlerde ve toplumlarda kullanılamaz”. Yine anlaşmanın 2. Maddesine göre bir devletin sınırları kendi isteği dışında değiştirilemez.

Irak’taki Bölgesel Yönetim bırakın baskı altında olmayı, Irak Merkezi Yönetimi’ne baskı yapar ve tehdit eder vaziyettedir. Suriye’deki Kürtler için de durum çok farklı değildir. Bugün için PYD/PKK kepi altında emperyalist ABD ile birlikte hareket eden bölücü Kürtler Suriye topraklarına saldırmaya devam etmektedirler.

Gelelim Türkiye’ye, kanunlar önünde ve kanunların uygulanması yönünden tamamen eşit şartlar içerisinde bulunan ve hatta açılım politikasıyla uzun süre pozitif ayrımcılığın nimetlerine de kavuşmuş olan PKK kepi altındaki bölücü Kürtler hala haksız isyanlarını sürdürmekte ve neredeyse her gün kanlı eylemlerde bulunmaktadırlar.

Yine bunların da isteği yine Self Determinasyon da diyebileceğimiz bölünme ve bağımsızlıktır.

Lakin bütün bölücü Kürtlerin bilmesi ve şapkalarını önlerine koyarak düşünmeleri gereken onlar açısından acı olan bir gerçek vardır.

O gerçek şudur ki;

Güvendikleri karlara dağlar yağacaktır ve gerçekten bağımsız bir Kürt devleti hiçbir zaman kurulmayacaktır.

Türkiye’nin güneyinde bağımsız bir Kürdistan demek, bölünmüş bir Türkiye demektir. Bu nedenle Türkiye; er ya da geç, bu durumun gereğini ne pahasına olursa olsun yapacaktır.

Kürdistan adıyla bile olsa kurulması planlanan kukla devlet, emin olun ki jet hızıyla Büyük İsrail’e tahvil edilecektir. Tahvil edilmeyen yerler kalsa dahi buralar da ABD ve İngiltere’nin kuklası ve sömürgesi olmaktan hiçbir zaman kurtulamayacaktır.

Ve yine Kürtler bilmelidirler ki, onlar emperyalist devletlerin kendi hedeflerine ulaşabilmek için kullandıkları sadece birer araçtırlar, yangını bol ve korlu bölgelerde ellerinde tuttukları birer maşadan ibarettirler.

Eğer Kürtler yüzlerce, hatta binlerce yıldır beraber yaşadıkları, etle tırnak misali akraba oldukları dost halklara sırtlarını dönüp ihanet ederek emperyalist batının kanlı değirmenine su taşımaya devam ederlerse o değirmende ilk öğütülecek olan yine onların hayalleri, bedenleri, evlatları ve gelecekleri olacaktır.

Seçim her hâlükârda halkların kendi seçimi olacak, sonuç ise bu seçimlerin sonucu olacaktır.

Peygamber Efendimizin dediği gibi “Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz” ve Yüce Allah’ın da buyurduğu gibi “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”

Yani bölücü Kürtler ihanete ve bölücülüğe dayanan durumlarını değiştirmedikçe emperyalistlerin maşası olmaya, kullanılmaya, ezilmeye, horlanmaya ve yok olmaya devam edeceklerdir.

Ne diyelim?

Kaderini doğru tayin etmeyen, eğri sonuçlarına katlanır!



Bu haber 493 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 12:25 am A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.