KANAL İSTANBUL BİR TUZAK MI?

Hasip Sarıgöz - Eylül 7, 2018 12:05 am A A

 Adı “Kanal İstanbul”…

“Çılgın Proje” diye de bilinir.

İlk olarak 2011 yılında duyulmuştu.

Yıllardır köpürtülüyor ve her seçim öncesinde gündeme getiriliyor ve sonrasında unutuluyordu. Ta ki yeni bir seçim daha gündeme gelene kadar.

İşin özü: İstanbul’un batıda kalan kısmında, yani Trakya’daki Karadeniz kıyısında bir yerden, kuzeyden başlayarak güneye doğru, 45-50 kilometre boyunca 150 metre genişliğinde ve 25 metre derinliğinde bir kanal açılacak ve Küçükçekmece Gölü üzerinden Marmara Denizi’ne bağlanacak… Kanalın içine deniz suyu dolacak ve bu suyun içinde gemiler yüzecek. Kanalın iki yakası da betonlaştırılarak zenginlere satılacak…

Kısaca proje bu.

Ve bu proje, şimdi yeniden önümüze konuluyor.

“E ne varmış bu işte?” demeyin, çünkü iş bu kadar basit değil.

En az 65 milyar dolar gibi, adına yakışır ÇILGINCA BİR MALİYETİ VAR. Yap işlet devret modeli ile yapılması planlanan proje, eğer gerçekleşirse cefakâr Türk milleti bu ağır maliyeti ödemek zorunda kalacak. Üstelik Edirne’den Hakkâri’ye ve Sinop’tan Hatay’a kadar proje ile hiç alakası olmayan, o kanaldan bir kez bile geçme ihtimali bulunmayan ve kıyısında oturmayı hayal dahi edemeyen orta halli TÜRK İNSANI BU BEDELİ İNLEYE İNLEYE ÖDEYECEK!

Eğer proje gerçekleşirse “Batı İstanbul” büyük bir “ada” şehrine dönecek. Ama yalnızca İstanbul’un yarısı mı ada olacak? Hayır.

Yapılacak devasa kazılardan yaklaşık 355 MİLYON METREKÜP HAFRİYAT ortaya çıkacak ve bu hafriyat önce karadan sonra da denizden taşınarak Marmara Denizi’nde Kınalıada büyüklüğünde yeni adalar inşa edilecek. Önce bir hafriyat kamyonlarının estireceği terörü, sonra da milyonlarca metreküp hafriyat dökülen Marmara denizinin altındaki değişen yaşamı düşünün…

Üstünü çok düşünmeyin, adaların üstü nasıl olsa yandaş ve kandaş zenginlerin malikâneleri ile dolu olacak ve tahminim, kanalın bedelini ödeyen her vatandaş da Büyükada’ya gezmeye gider gibi bu adalara gidemeyecek.

Getirisi ne olacak? Şimdilik pek bilinmiyor. Ama gelin biz şimdiden bilinen götürüleri için biraz kafa yoralım, bakalım bu çılgın proje yapılmaya değer bir proje miymiş?

Türkiye’nin en önemli okyanus bilimcilerinden Prof. Cemal Saydam diyor ki:

“Kanal İstanbul projesini duyduğumuzda tüylerimiz diken diken oldu! Bu işin uzmanları olan arkadaşlarımla oturup tartışınca da her birimiz bir başka açıdan ama sonuç olarak tam bir ‘FELAKET SENARYOSUNA’ ulaşıyor ve ürküyoruz!”

Dedikten sonra özetle şöyle devam ediyor: “Bu Kanal İstanbul Projesi, Boğaz’ın kendine özgü alt ve üst akıntı rejimini bozacak. Bozulacak rejimle birlikte Marmara Denizi’nin tuzluluk oranları da değişecek, denizin dibinde zaten alt sınırda olan oksijen seviyesi bitme noktasına gelecek ve MARMARADA DENİZ YAŞAMI SONA ERECEK!”

Sadece bu kadar mı? Ne yazık ki, hayır. Prof. Cemal Saydam’a kulak vermeye devam edelim:

Konuyla ilgili olanlar bilirler, İstanbul gibi nüfusu 15 milyona dayanan bir mega şehrin kanalizasyonunun çok büyük bir bölümü boğaz alt akıntısına boşaltılmakta ve bu akıntı ile Karadeniz’e taşınarak orada dönüşüm yoluyla yok olmaktadır “Zaman içerisinde İstanbul’un kanalizasyon deşarj projesi de bu anoksik sudan etkilenecek!” Yani Kanal İstanbul gerçekleşirse İstanbul Boğazı tam bir fosseptik boğazına dönüşecek!

Şimdi sıkı durun:

“İSTANBUL’DA ÇÜRÜK YUMURTA KOKUSUNDAN (Hidrojen2 Sülfür) DURULMAYACAK, üstelik kanalı kapatsanız bile geri dönüş olmayacak!”

Batı İstanbul’u bir ada şehir haline dönüştürürseniz “Zamanla bu yeni adadaki tüm yeraltı tatlı su kaynakları deniz suyu ile dolacak! Yani bu ada zaman içerisinde KUYULARINDAN SADECE DENİZ SUYU ÇIKAN BİR ADA haline gelecek!”

Bütün bu olası sonuçları başka ülkelerin bilim adamlarının da bildiğini ilave ediyor ve sözlerini üzerinde dikkatle düşünmemizi gerektiren bir konuya parmak basarak noktalıyor.

“Benim bildiklerimi Ukraynalı ve Rus bilim adamları da biliyor. Böyle bir projenin uzun zaman sürecinde kendileri için ne anlama geldiğinin elbette farkındalar. Neden ses çıkartmıyorlar acaba? Enteresan değil mi? Neden çıkartsınlar ki? Biraz emek zaman para enerji sarf edelim. Nasılsa olmaz diyecekler ama boşa harcanacak her para bizim zarar ama onların da kar hanesine yazılacak!”

İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. İlhan Talınlı ise, projeye sert eleştiriler yöneltiyor ve “çevre bilimi ve ekoloji” açısından özellikle böyle dünyayı ilgilendiren projelerin “YAPTIM OLDU” mantığıyla uygulanamayacağını savunuyor.

Ama bilim insanlarını kim dinler ki, “Dediğim dedik, çaldığım düdük” zihniyetiyle yönetilen garabet halindeki bir ülkede en üst kademeden hala “Kanal İstanbul olacak. Kanal İstanbul’u yapacağız. KİM NE DERSE DESİN YAPACAĞIZ” dayatmaları devam ediyor!

Neyse, biz konumuza devam edelim.

Trakya’da giderek azalan son derece verimli tarım arazilerinin, bu projeye paralel olarak yapılaşmaya açılması, betonlaştırılması ve tarım alanlarımızın kaybedilmesi kesindir.

Üçüncü Boğaz Köprüsü ve Üçüncü Havalimanı için kesilen ağaçları ve yok edilen ormanları düşünün. Bu projeler Kanal İstanbul’un yanında bebek projeler kalır. Öyleyse bu güzergâhta katledilecek yeşili ve doğayı varın siz hesaplayın!

Proje nedeniyle olumsuz etkilenecek yaban hayatını ve hatta yok olmak durumunda kalacak olan canlı türlerini yine siz hesaplayın…

Bölgedeki tatlı su kaynaklarımız hayati önemde ama gelin görün ki, bu kanal sevdası nedeniyle; Küçükçekmece Gölü bitecek, Sazlısu Barajı bitecek ve İstanbul’a içme suyu sağlayan en önemli su toplama havzalarından biri olan Terkos gölü de olumsuz etkilenecek!

Düşünmek ve sorgulamak lazımdır. Yeraltından çıkarılacak sular da üç vakte kadar tuzlu suya dönüşeceğinden, İstanbulluya tuzlu su mu içireceğiz?

Önümüzde başka tehlikeler de var.

Şimdi biz “Batı İstanbul” derken; etrafı en az 150 metre genişliğinde ve 25 metre derinliğinde bir su tabakası ile kuşatılarak, tam bir ada şehri haline dönüştürülmüş, giriş ve çıkışlar tamamen kanal ve boğaz üzerindeki köprü ve tünellere bağımlı ve kısıtlı hale getirilmiş, yoğun bir yerleşime ve kalabalık bir nüfusa sahip mega bir kentten bahsediyoruz.

Böyle bir şehirde yıkıcı bir deprem meydana gelirse, olası İstanbul depremine yardımlar nasıl ulaştırılacaktır?

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Nükleer Araştırma Merkezi’nin, İstanbul’da Küçükçekmece Gölü kenarında kurulduğunu ve burada halen bir nükleer araştırma reaktörünün faal olarak devrede olduğunu da hatırlatarak soruyorum. Olası bir nükleer saldırıda veya kazaya dayalı nükleer bir felakette Batı İstanbul Adası’nı nasıl tahliye edeceksiniz?

Olası bir savaş durumunda Edirne’yi ve Trakya sınırlarımızı savunma amaçlı göndereceğiniz ordularımızı (Kanal üzerindeki köprülerin vurulduğunu farz edersek) Trakya’ya nasıl geçireceksiniz?

Kanalın genişliği 150 metre iken, İstanbul Boğazı’nın en dar kesimi 750 metredir. Herhangi bir gemi batması veya tanker kazası gibi durumlarda Boğaz’ın tıkanma tehlikesi yoktur. Ama durum Kanal İstanbul için hiç de öyle değildir. Kanalda kaza yapan, yanan, patlayan veya batarak kanalı tıkayan gemilerin enkazları nasıl çıkarılacaktır?

“İyi de Hocam, siz hep konunun olumsuz yönlerini ele alıyorsunuz. Kanal İstanbul sayesinde boğazdan tanker ve tehlikeli yük gemisi geçişlerini kaldıracağız ve bu gemileri kanaldan geçireceğiz, hem boğazı koruyacak hem de kanaldan geçiş parası alarak ülke olarak kazançlı çıkacağız” diyebilirsiniz.

Peki ya gerçekte durum öyle mi?

Ne yazık ki, öyle değil. 1936 tarihli Montrö Sözleşmesine göre; savaş gemileri ve savaş durumu bazı kısıtlamalar haricinde ben bu gemileri bu boğazdan geçirtmiyorum diyemezsiniz. Çünkü dünya devletlerine ait gemilerin, Türk boğazlarından hiçbir ücret ödemeden serbestçe geçiş hakları bulunmaktadır. Bu nedenle gemileri ne kanala yönlendirebiliriz ne de geçiş parası alabiliriz. Bir gemi daha kısa yoldan ve bedava geçmek varken neden para vererek kanaldan geçsin ki?

Üstelik tehlikeli yük taşıyan gemilerin birçoğu su çekimi derinliği 35 metreye kadar varan büyük gemiler. Kanal İstanbul’un derinliği 25 metreden ibaret olacağı için, su çekimi derinliği 20 metreden daha büyük olan gemiler teknik olarak kanaldan geçemeyecekleri için zaten boğazı kullanmaya devam edecekler. Bu da boğazın kanal yolu ile tehlikelerden arındırılamayacağı anlamına gelmiyor mu?

Şimdi gelelim işin uluslararası ve siyasi sonuçlarına:

Siz bu kanalı açmak suretiyle; Asya ile Avrupa arasındaki sınırı boğazlardan Kanal İstanbul’un bulunduğu bölgeye taşıyorsunuz, yani batıya doğru öteliyorsunuz. Bu durumda ülkemizin Avrupa Kıtası’ndaki toprakları yüz ölçüm olarak azalmıyor mu? Sırf Trakya’daki topraklarımız nedeniyle aynı zamanda bir Avrupa ülkesi olduğumuzu iddia etmiyor muyuz? Peki, Avrupa’daki küçülen topraklarımızla birlikte Avrupalı bir ülke olma iddiamız zayıflamayacak mı?

Diyelim ki ülke olarak o kadar zenginsiniz ki, bu parayı dökecek gerçekten çılgın projeler arıyorsunuz. O zaman önümüzde çok daha mantıklı ve çok daha faydalı sonuçlar doğuracak alternatifler de var.

Alın size “Karadeniz-İzmit Körfezi Kanal Projesi”…

Her ne kadar şimdi İstanbul’un Avrupa Yakası’nda bir kanal düşünülüyorsa da, Kanuni döneminde başlayıp Sultan Abdülaziz dönemine kadar devam eden kanal projeleri, İstanbul’un Asya Yakası için tasarlanmıştı. Bu kanal, Karadeniz’e dökülen Sakarya Nehri’ni, Sapanca Gölü’ne bağlayacak, oradan da İzmit Körfezi vasıtasıyla Marmara Denizi’ne akıtılacaktı. Böylece Karadeniz, Marmara Denizi’ne bağlanacak, ordunun ve İstanbul’un inşaat ve yakıt ihtiyacı olan odun ve kereste nakli kolaylaşacaktı.

Günümüzden 5 asır önce planlanan Karadeniz-Marmara kanal projesi için Kanuni’den başlayarak tam 7 padişah döneminde 7 kez teşebbüste bulunulmuş lakin her defasında ortaya çıkan sorunlar nedeniyle proje gerçekleştirilememiştir. Hatta bu amaçla kazı çalışmalarına da başlanmış olup, Sivas dolaylarından getirilen ve taş işçiliğinde usta Ermeni kolonisi için Kozluk Mahallesi tahsis edilmiştir (Bu koloni hala o bölgede yaşamaktadır). Sapanca Gölü’nden İzmit Körfezi’ne doğru 15 kilometrelik arazi düzeltilip tesviye edilmişse de sürüp giden savaşlardan (Avusturya-Macaristan, Venedik) ötürü tamamlanamamıştır.

İşte bu proje; Osmanlıcılık yapan ve adından asrın lideri diye söz ettiren Partili ve taraflı Cumhurbaşkanımız için kaçırılmaz bir fırsattır.

Çünkü bu kanal Karadeniz’den gelen gemilerin Marmara’ya olan yolunu kısaltır bir, Gemiler bu kanalı isteyerek kullanırlar iki, İzmit Körfezi’ni yok olmaktan kurtarır üç, ve en önemlisi Türkiye’nin Avrupa Kıtasındaki toprakları ciddi şekilde artar dört. Düşünün bir kere Sakarya Nehrinin batısı Türkiye’nin Avrupası olacak ve biz de daha çok Avrupalı olacağız. Tabi bu kadar çok bedel ödemeye gerek varsa.

Milletin bu kadar büyük parası ve emeği Kanal İstanbul’a gömülerek niçin heba edilecektir?

Bu proje hangi problemimizi çözecek ve hangi yaramıza merhem olacaktır?

Olası risklerin fizibilitesi yapılmış mıdır?

Atılan taş ürkütülen kurbağaya değecek midir?

Bu kadar para ve emek Kanal İstanbul’a gömüleceğine işsize iş, aşsıza aş olacak üretim sahalarına kaydırılamaz mı? Yeni fabrikalar yapılarak yeni bir üretim hamlesi başlatılamaz mı? Can çekişmekte olan tarım ve hayvancılığımız ayağa kaldırılamaz mı? Mesela İstanbul, beklenen büyük İstanbul depremine hazırlanamaz mı?

Bütün bunlar kamuoyu önünde yeterince tartışılmış mıdır?

Hepsinden önemlisi BU KONU bedelini ödeyecek olan HALKA SORULMUŞ MUDUR?

Ne yazık ki, Hayır.

İşte bu nedenle, bu proje yapılacak bir referandumla MUTLAKA HALKA SORULMALIDIR.

Tabi başka tehlikeler de var!

Amerikalı ekonomist ve yazar olan John Perkins, 2004 yılında yazdığı “Bir Ekonomi Tetikçisinin İtirafları (Confession of an Economic Hit Man)” adlı kitabında Amerika’nın emperyalist taktikleri ile ilgi bakın neler anlatıyor:

“Kendi otomobilini üretemeyen ülkelere borç para verip otobanlar ve yollar yaptırırız. Sonra onlara araba satarız, sonra bankalarını satın alırız, o bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız. Ayarlanan kredi asla o ülkenin hazinesine değil, bizim şirketlerin kasasına gider. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, kanallar, dev hava alanları yapılır. ASLINDA İNSANLARIN İŞİNE YARAMAYAN BİR YIĞIN BETON. Sonunda bizim şirketlerimiz kazanır. Tabi ki, o ülkedeki birileri de nemalandırılır. Toplum bu düzenekten bir şey kazanmaz. Ama O ÜLKE BÜYÜK BİR BORCUN ALTINA SOKULMUŞ OLUR. Bu o kadar büyük borçtur ki, ödenmesi imkânsızdır. İşte plan böyle işler. Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider ve onlara deriz ki: Bize büyük borcunuz var. Ödeyemiyorsunuz! O zaman petrolünüzü satın, doğal gazınızı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin! Askerlerinizi birliklerimize destek olmak için savaştığımız bölgelere gönderin. Birleşmiş Milletler’de bizim için oy verin! Elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan şirketlerine ya da çok uluslu şirketlere satın! Sosyal hizmetleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri bile ele geçiririz.”

Birçoğu ne kadar tanıdık değil mi?

Biz de son 15-20 yıldır yollar yaptık, tüneller yaptık, köprüler, tüp geçitler ve devasa havalimanları yaptık… Ama maalesef ki, süratle borçlanan bir ülke haline geldik!

Sakın, bu Kanal İstanbul Projesi; ülkemizin kıt kaynaklarını tükettirmek için milletimize kurulan büyük bir tuzak olmasın?

Bu haber 541 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 12:05 am A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.