PARTİLİ = TARAFLI

Hasip Sarıgöz - Eylül 7, 2018 12:55 am A A

 Partili olmak taraf olmaktır!

İcabında, partisinden olmayanlara karşı olmaktır!

Çoğu zaman, kendi doğrularından çok; partinin doğrularına inanmak ve onu savunmaktır!

Partili olmak, o partiye hizmet ediyor olmaktır!

Partili olmak, diğerlerini rakip olarak görmektir!

Partili olmak, özgür iradeli değil bağımlı olmaktır!

Partili olmak, her şartta partisine sadık olmaktır!

Cumhurbaşkanı olmak ise; bütün cumhurun başkanı olabilmektir.

Peki, bu durumda;

PARTİLİ bir cumhurbaşkanı, nasıl olacak da bütün cumhurun başkanı olabilecektir?

Partili bir Cumhurbaşkanı nasıl olacak da tarafsızlık yemini edebilecektir?

Diyelim ki yemin etti, bu yeminini nasıl tutabilecektir?

Adı üstünde partili, yani taraflı!, İcabında partisinden olmayanlara da karşı!

Peki bu durumda, nasıl olacak da bütün cumhuru temsil edebilecektir?

Nasıl olacak da bütün cumhur; partili birini kendi cumhurbaşkanı olarak kabul edebilecektir?

Üstelik halk %50’lere bölünmüş ve keskin bir şekilde kamplaştırılmışken! Bu iş nasıl olacaktır?

Peki ya, parlamentoda cumhurbaşkanının partisi değil de başka bir parti çoğunluğu sağlarsa, devlette uyum nasıl sağlanacaktır?

Cumhurbaşkanlığı makamı bugüne kadar partiler üstü ve sadece Türk milletini temsil eden bir makamdı. Şimdi bu durum değiştirilmek üzeredir!

Üstüne üstlük, Türk devletlerinde Hakan, Devlet Başkanı veya Cumhurbaşkanı aynı zamanda Türk Ordusu’nun Başkomutanlığını temsil eder.

Belli bir ideolojiye bağlı ve toplumun tamamının inanmadığı, desteklemediği ve hatta karşı çıktığı bir ülküyü veya bir parti programını gerçekleştirmek isteyen, herhangi bir partiye bağlı, yani PARTİLİ bir cumhurbaşkanı nasıl olacak da herkesin başkomutanı olabilecektir?

Bu durumda ordu, partili bir başkomutanı kendi başkomutanı olarak görecek mi ve başkomutanın emirlerini harfiyen uygulayabilecek midir?

Partili bir Cumhurbaşkanının, partili olması ve siyaset yapması mümkün olmayan vali ve kaymakamlarla ilişkisi ve bağı nasıl olacaktır?

Diyelim ki, partili Cumhurbaşkanı %50.0001 ile seçildi bu seçim adil mi olacaktır? Kalan %49,9999 bu durumu kabullenebilecek midir?

Toplumda bölünme, karşıtlık ve hatta düşmanlık tohumları yeşermeyecek midir?

Partili ve taraflı bir Cumhurbaşkanı ister istemez kendi partisini ve partililerini kayırmayacak mıdır?

Kayırırsa bu adil mi olacaktır?

Kayırır ise, sonuçta bir parti devleti ortaya çıkmış olmayacak mıdır?

“Parti Devleti” veya “Kayırmalı Sistem”; ister istemez “Ayırmalı Sistem!”i doğurup ülkeyi en azından duygusal yönden bölmeyecek midir?

Evet-Hayır kampanyası bile ciddi bir ayrışmaya neden olmamış mıdır?

Peki, bu işin bir çözüm yolu yok mudur?

Elbette vardır.

Bunun için önce kadim tarihimize ve devletlerimize bakmalıyız.

Öyle ya dünyada en fazla devlet kuran ve teşkilatçılık yönü ile temayüz etmiş bir millet değil miyiz?

Tarihteki Türk devletleri hangi sistemlerle yönetilmişlerdir?

Tarihteki Türk devletlerinde başkanlık sistemine benzer hakanlık sistemleri yok mudur?

Elbette benzeyenleri vardır.

Evet, işin demokrasi yönünü temsil eden bir de bağımsız kurultay vardır. Yargı ise hem hakandan hem de kurultaydan bağımsızdır.

Lakin şunu unutmayınız ki; tarih boyunca Türk devletlerini yöneten hiçbir Türk hakanının partisi olmamıştır…

Onlar; her türlü görüşün, cemaatin, tarikatın ve her türlü ideolojinin üstünde olan kişilerdi ve yalnızca büyük Türk milletinin hakanlarıydı…

Gerçek şudur ki, tarihteki hiçbir Türk Devleti partili cumhurbaşkanığı gibi bir başkanlık sistemi ile yönetilmemiştir.

Peki ya nasıl bir sistemle yönetilmiştir?

Şöyle açalım:

Tarihte sistemi en iyi bilinen ve üstelik taşlara kazınmış olan en eski Türk devleti Göktürk Devleti’dir ve bu Devlette dahi başkanlık sistemi yoktur.

Göktürk yazıtlarını inceleyenler bilirler bu yazıtlar üç ayrı kişi adına dikilmişlerdir.

Birincisi Bilge Kağandır ki, kendisi devletin başı olan Hakan’dır.

İkincisi Bilge Tonyukuk’dur ki, kendisi baş vezirdir. Yani devletin Başbakanıdır.

Üçüncüsü ise Kültigin’dir ki, Kükltigin ordunun başıdır. Yani devletin Genelkurmay Başkanıdır.

Selçuklu Devleti’nde de durum aynıdır. Sultan Alparslan iken, Başvezir yani Başbakan Nizamülmülk’dür. Melikşah ise ordunun başındadır.

Diğer Türk devletlerinde de yönetim şekli pek farklı değildir. Hepsinde Vezirlik, yani Başbakanlık makamı ve bu makamın çok önemli yetki ve sorumlulukları vardır. Meclisin görevini ise Kurultay görmüştür.

İyi güzel de bu başkanlık veya partili cumhurbaşkanlığı konusu; dünyanın gördüğü en ileri görüşlü devlet adamı olan, Cumhuriyetimizin kurucusu ve ebedi başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün hiç aklına gelmemiş miydi? Onun bu konuda görüşleri yok muydu?

Elbette vardı…

Bakın Atatürk ne diyor:

“Amerikan sistemini memleketimizde tatbik etmeyi hiç hatırıma getirmedim; sistemsiz ve kanunsuz tarzda, REİSİCUMHURLUKLA BAŞVEKÂLETİ BİRLEŞTİRMEYİ DÜŞÜNMEDİM ve DÜŞÜNECEK ADAM OLMADIĞIM BÜTÜN MİLLETÇE MALUMDUR zannederim.” (Kaynak: Orhan Çekiç, “1938 Son Yıl”, Kaynak Yayınları, sayfa: 67, 68)

Atatürk böyle diyor ve devam ediyor:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi yalnız ve yalnız milletindir. Milletin seçtiği milletvekillerinden oluşur. Bu meclis yalnız ve yalnız milletin emrine boyun eğmek zorundadır. İsmi ve makamı ne olursa olsun millet bu hakkını bir şahsa ve makama teslim edemez.”
(Kaynaklar:
* Aydın Keleşoğlu, “Dünden Yarına Atatürk’ün Öngörüleri”, Bilgi Yayınevi, 2014
* Sadi Borak, “Atatürk Gençlik ve Hürriyet”, Kırmızı Beyaz Yayınları, 2004, S.: 81.)

Dedikten sonra konuya şu sözleriyle son noktayı koyuyor:

“Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler kendi talih ve geleceklerini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır. Bu kadar acı tecrübeler geçiren milletin bundan sonra egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır.”

Görülüyor ki, tarihin dayattığı tek partili dönemde bile Atatürk hiçbir partinin adamı değil, yalnızca milletin adamıydı.

Diğer yandan Sayın Cumhurbaşkanımız henüz Başbakan olduğu dönemde bir açıklama yapmış şöyle demişti:

“Dünyada gelişmiş güçlü ülkelere bakarsanız, bunların hiçbirinde eyalet korkusu diye, eyalet endişesi diye bir şey yoktur. Tam aksine EYALET YAPILANMALARI O GÜÇLÜ ÜLKELERDE ÇOK DAHA SÜRATLE KALKINMAYI GETİRİR VE DEMOKRASİDE ÖZELLİKLE SİYASİ REKABETİ GETİRİR. Bu, güçlenme alametidir. Gelelim bizim kendi tarihimize. Osmanlı’ya baktığımız zaman, o güçlü Osmanlı’da mesela çok daha enteresan Lazistan eyaleti var, Kürdistan Eyaleti var. Bu konuda benim söylediğim şu: Güçlü bir TÜRKİYE ASLA EYALET SİSTEMİNDEN KORKMAMALIDIR.”
(Bkz.: https://www.akparti.org.tr/…/gelismis-ulkelerde-eyal…/42345…)

Yine Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Sayın Adnan Tanrıverdi’nin aynı konuda yapmış olduğu bir açıklama daha vardır. Tanrıverdi yaptığı konuşmasında:

“Devletin kurumlarında ve uluslararası ilişkilerde resmi dil Türkçe olmalı. Ancak Kürtlerin ve diğer etnik grupların kendi dillerini konuşma, geliştirme ve kendi dilinde eğitim yapma imkânı anayasa ile koruma altına alınmalıdır. Kürtçe dilinin geliştirilmesi, devletin kültür programlarında yer almalıdır. Devletin resmi okullarında isteyen Kürt vatandaşlarımıza kendi dilinde eğitim hakkı sağlanmalı, ikinci dil olarak da Türkçe öğretilmelidir. Türkçe eğitim yapan devlet okullarında da ikinci dil olarak Kürtçe dili tedrisata dâhil edilmelidir. EYALET SİSTEMİ GETİRİLMELİDİR. Türkiye Cumhuriyeti’nin taşra teşkilatı ve devletin yönetim şekli tekrar düzenlenmelidir. … COĞRAFİ, EKONOMİK VE ETNİK ŞARTLAR GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULARAK EYALET SİSTEMİ OLUŞTURULMALIDIR.” demiştir.
(Bkz.: https://www.youtube.com/watch?v=1Zi-Sbg-_Yw)

Bu şekilde yapılan açıklamalar; başkanlık sisteminin getirilmesinin ardından, ülkemizde bölünmeyi getirecek bir eyalet sisteminin getirilmesi yönündeki, halkımızın endişe ve kaygılarını çok haklı olarak güçlendirmektedir.

Son zamanlardaki bazı gelişmeleri de dikkate almalıyız.

Biz doludizgin başkanlık sistemine doğru giderken, yine bir Türk devleti olan Kazakistan; başkanlıktan parlamenter sisteme geçiyor.

Bu konuda bakın Nazarbayev ne demiş:

“Yetkilerimin bir bölümünü parlamento ve hükümete devrediyorum. Daha demokratik bir idari yapıya doğru ilerlememiz lazım. 
Elbette işsiz kalmayacağım. 
Parlamento ile hükümet arasında hakem olacağım.”

Her ne kadar Hükümet, yapılacak anayasa değişikliğinin bir rejim değişikliği olmayıp sadece hükümet sistemi değişikliği olduğunu vurgulasa da, hafızası iyi kişiler; Sayın Cumhurbaşkanımızın Cumhurbaşkanı seçildikten sonra verdiği ilk 29 Ekim Resepsiyonu için, 2014 yılında bastırdığı DAVETİYELERDEN “CUMHURİYET” KELİMESİNİ ÇIKARDIĞINI çok iyi hatırlamaktadırlar. 
(Bkz.: http://www.takvim.com.tr/…/29-ekim-resepsiyonu-ilk-kez-cank…)

Dünyada başkanlık sistemi ile yönetilen ülkelerdeki, tek yetkili başkanların yaptıkları akıllara zarar uygulamaları daha önce yazmış ve anlatmaya çalışmıştım. Bu kötü örnekler arasında maalesef Türkmenistan ve Azerbaycan da vardır. Kaldı ki o yazımda Hitler, Saddam ve Kaddafi gibi örneklere hiç yer verilmemiştir. Okumak isteyenler için linki: http://www.dorukturk.tv/makale/hasip-sarigoz/baskan/383.html

Bu arada, ülkemize ABD’deki gibi bir başkanlık sisteminin getirileceği yanılgısı da vardır.

Oysa dünyadaki diğer başkanlık sistemi örnekleri de ülkemize getirilmek istenen de ABD’ninkinden çok farklıdır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi’ne göre yapılan sıralamada: En gelişmiş 10 dünya ülkesinden 9’u Parlamenter Sistemle ve sadece 1’isi Başkanlık Sistemi ile idare edilmektedir.

En geri kalmış 10 dünya ülkesinden ise; 7’sinin Başkanlık Sistemi ile 3’ünün de Yarı Başkanlık Sistemiyle yönetildiğini görüyoruz.

İşte bu istatistik dahi; Başkanlık Sistemi’nin sihirli bir değnek olmadığını ortaya koymaya yetmektedir.

Şimdi gelelim ABD’deki başkanlık sistemine:

Kafanızı karıştırmadan kısaca anlatayım.

Evet, ABD’de başarılı bir Başkanlık Sistemi var.

Lakin ABD Başkanlık sisteminde;

1. Başkan var. (Görev süresi 4 yıldır.)

2. Temsilciler Meclisi var. (Görev süreleri 2 yıldır.)

3. Senato Var. (Her eyaletin ikişer üyesinden oluşur. Görev süreleri 6 yıldır, fakat üyelerin 3’te 1’i her 2 yılda bir yenilenir)

4. Bağımsız Yargı var.
(* Yüksek Mahkeme ve daha alt düzeydeki federal mahkeme atamalarını Senatonun önerisi ve onayıyla Başkan yapar. 
* Fakat; Senato’nun, Başkan’ın atadığı yargıçları reddetme yetkisi vardır. Senato bu yetkisini ihtiyaç duyarsa kullanmaktadır.
* ABD tarihi boyunca hakkında dava açılmış yargıç sayısı sadece “1”dir. Samuel Chase adındaki o yargıç da, tam 212 yıl önce, 1805’te aklanmıştır.)

Yani anlayacağınız, ABD Başkanlık Sisteminde “BİR BAŞKALIK” var.

Görüldüğü üzere başkan, milletvekilleri ve senato seçimleri aynı anda olmaz.

Hepsi; 2, 4 ve 6 yıllık periyotlarla ve farklı farklı zamanlarda göreve gelirler ve görevden giderler. Bu durum aynı zamanda devlette devamlılık ilkesini de ayakta tutar.

Senato olayı, tamamen Eyalet Sisteminin ortaya çıkardığı bir durumdur.

Ama bizde “Eyalet Sistemi” olmadığı için, bu sistemin bize uygulanması mümkün görülmemektedir.

Sırf bu sistem için, ülkemizi eyaletlere bölecek halimiz de yoktur.

Kısacası:

Amerikan Devleti; kurduğu ve koruduğu “Kuvvetler Ayrılığı” prensibine dayalı bir Başkanlık Sistemi ile sadece bir istisnadır.

Kararımızı verirken unutmayalım, görüldüğü üzere en ileri görüşlü devlet adamı Atatürk; başkanlığa da, partili cumhurbaşkanlığına da, başbakanlığın kaldırılmasına da, millet egemenliğinin bir şahsa veya makama teslim edilmesine de karşıydı.

Dünyadaki örneklerden gördüğümüz üzere başkanlık sistemi öyle birçok sorunu çözen sihirli bir formül falan da değildir. Partili Cumhurbaşkanlığını düşünürken de en basitinden; Fenerbahçe-Galatasaray maçını Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın yönettiğini düşünün… Düşünün bakalım ne diyeceksiniz?

Yine unutmamalıyız ki;

Krallıklar Zorbalığa, Aristokrasi Oligarşiye, Demokrasi Demagojiye ve Cumhuriyetler de Otokrasiye rahatlıkla dönüşebilmektedir!!!

Böyle dönüşümlere dünya tarihi defalarca şahit olmuştur.

Her dönüşümün sonunda ise, olanlar yine vatandaşa olmuş ve her devrim, önce kendi evlatlarını yemiştir!

Benden söylemesi…

Bu haber 480 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 12:55 am A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.