İnsanlar ve milletler için unutkanlık en büyük hastalıktır!
Eğer unutursanız; yaşadığınız felaketleri tekrar yaşar, yaptığınız hataları yine yaparsınız!
Çünkü tarih tekerrür eder…
Neyi ne için kutladığımızı veya hangi felaketi ne için yaşadığımızı unutursak tarih tekerrür eder. Ne yazık ki, tekerrür ederken de can alır!
Sizce bugün için Gazze’de yaşanan katliamlar ve soykırıma varan vahşet, sadece Gazze’de mi yaşandı?
Ya da böyle bir vahşeti sadece Gazze’liler mi yaşadı?
Ne yazık ki hayır!
Çok değil, daha 100 yıl öncesinde Ortadoğu, Anadolu ve Balkanlarda tarihin en büyük katliamlarına maruz kalan millet, ne yazık ki Türk Milleti’ydi.
Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan Türk soykırımı, İstiklal Savaşı’mızın başarıyla sonuçlandırılarak, Cumhuriyetle taçlandırılmasına kadar devam etmiştir.
Mesela 93 harbinde Rusların yaptıkları…
Rusların Balkanlarda izledikleri siyaset, kurulacak bağımsız Bulgaristan’a yer açmak için “nüfus imha” yoluyla tam bir “arazi temizliği” stratejisiydi. Bu strateji kusursuz bir şekilde uygulandı. Askeri bir hedef olmadığı halde, Türk şehirleri ve köyleri Rus birlikleri tarafından bombalandı, yakıldı. Ardından Rus Kazak birlikleri ve Panislavist gönüllüler halka saldırdı! Erkekler katledildi, köylerden silahlar toplandı ve Bulgar çetelerine verildi. Bundan sonra Bulgar çeteleri silahsız Türk köylerine saldırdılar… Rus askerleri ve Rus Kazaklarından geriye kalanları da onlar talan ettiler! Tecavüz ve kıyımlardan kurtulabilmek için yalınayak ve başıkabak vaziyette Anadolu’ya doğru yollara düşen Türkler ise yollarda ziyan oldular.
Plevne’de, Rusçuk’ta, Varna’da, Silistre’de, Tırnova’da, Burgaz’da, Filibe’de, Harmanlı ’da ve daha birçok yerde büyük katliamlar yaşandı. Göç yolları sürekli kana bulandı. Sadece Harmanlı ‘da hepsi kadın, çocuk ve yaşlı olmak üzere 60.000 Türk bir günde katledildi! Üstelik Harmanlı Katliamı sırasında, ateşkes ilan edilmiş ve savaş fiilen bitmişti. Harmanlı üzerinden Edirne’ye doğru kaçmakta olan kafileye saldırılması sonucu “Anneler belki yüzerek kurtuluruz diye çaresizce Harmanlı Irmağı’nın (Meriç) azgın sularına kucaklarındaki çocuklarla atlıyorlardı. İngiliz Konsolosluk görevlileri Harmanlı Irmağı’nda 2000 (iki bin) tane cansız çocuk bedeni sayabildiler. Daha fazlasını saymaya onların bile gücü yetmemişti.
1877-1878 kışında sadece Rodop Dağları’nda on binlerce insanımız soğuktan donarak öldü. Yabancı kaynaklara göre bile; Bulgaristan’a dönüştürülen Osmanlı’nın Tuna Vilayeti ve Şark-i Rumeli’de yaşayan Türk Müslüman nüfusunun en az %17’si bu katliamlarda öldürüldü. Yani 260.000’den fazla insanımız katledilirken bir milyona yakın insanımız da yerlerinden sürüldü. Camilerimiz yok edildi veya ahırlara dönüştürüldü, evlerimiz, dükkânlarımız yağmalandı, nice canlarımız camilere ve samanlıklara doldurularak ateşe verildi. Onlarla birlikte hem yüreklerimiz hem de geleceğimiz kül oldu. İstanbul’a kadar ulaşabilenler ise camilerde veya sur diplerinde soğuktan ve hastalıktan kırıldılar.
Yabancı kaynaklara göre, 1912-1913 yılları arasında en az 632.000 Türk öldürüldü ve en az 813.000 Türk yerlerinden sürüldü. Bu hesaba göre 1911 yılındaki Osmanlı Avrupa’sındaki Türk-Müslüman nüfusun %27’si öldürülerek yok edildi. Yazılsa ciltler dolusu kitap, çekilse yüzlerce sinema filmi ve televizyon dizisi olabilecek katliamlar ve zulümler devam etti. Bu insanlık suçunu işleyenler ile işlettirenler görmezden, duymazdan gelip hiç bir şey olmamış gibi üzerini kapatabilmek için her şeyi yaptılar. İşin en garip yanı ise, katliamlara ve hatta tam bir soykırıma uğramış olan Türk milletinin suskunluğudur.
Bu günlerde, Gazze’deki Filistinlilerin korkunç bir katliama tutuluyor olmaları nedeniyle, 1. Dünya Savaşı’nda Arap çöllerinde uçup giden canlarımız ve çöl kumunu kızıla boyayan kanlarımız biraz da olsa yeniden hatırlanıyor… Fakat emin olun ki hatırladıklarımız unuttuklarımızın yanında sadece devede kulak kalır.
Peki, ne pahasına?
Bakın o dönemde Filistin Cephesi’nde görevli olan Falih Rıfkı Atay “Zeytindağı” adlı kitabında ne diyor: “Halep’ten bu tarafa geçmeyen şey sadece Türk parası değildi. Ne Türkçe, ne de Türk geçiyordu. Floransa bize ne kadar bizden değilse Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarında turistler gibi dolaşıyoruz. Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar her şey Arapların veya başka devletlerin… Yalnızca jandarma bizimdi. Jandarma bile değil, jandarmanın kıyafeti… Türkleşmiş hiçbir Arap göremezken, Araplaşmış Türklere rast geliyorum. (Hiçbir Arap Türkçe öğrenmek için hiçbir çaba sarf etmezken) biz kendimizi otelciye, lokantacıya, hatta posta memuruna anlatmak için yavaş yavaş Arapça öğreniyorduk. Arap meselesi denen şey Türk düşmanlığı hissi idi”.
Daha ne desin?
Kabuk bağlayan yaraları böylesine bir katliamın yaşandığı günlerde yeniden kanatmak istemem. Bu nedenle, bu Filistin Cephesi meselesini kısa keselim ve devam edelim.
Mondros Ateşkesinin ardından İzmir’e çıkan Yunan birliklerine Hasan Tahsin tarafından sıkılan ilk kurşundan sonra, kadın, çocuk, sivil veya yaşlı denilmeden birkaç gün içinde katledilenlerin sayısı 5000 civarındaydı!
Savaş boyunca katledilen sivil Türklerin sayısı 640.000’dir.
Kurtuluş Savaşı sona erdiğinde, başta İzmir olmak üzere birçok ilimizin durumu, bugünkü Gazze’den çok daha kötüydü.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114 bin. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyordu!
Bütün bu Türk katliamları Cumhuriyetle birlikte son buldu.
Bundan daha önemli ve daha değerli ne olabilir ki?
İşte Cumhuriyet bunun için bayram.
İşte Cumhuriyet demek bunun için can demek, ses, demek, nefes, hayat ve özgürlük demek…
Yalnızca bir yönetim şekli değil, kulluktan vatandaşlığa geçişin adıdır Cumhuriyet.
“Bir ağaç gibi yalnız ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” eşitliğin adı, hürriyetin tadı, seçme ve seçilmenin vatanıdır Cumhuriyet…
Aydınlık, ışık, barış, saygı ve sevgi…
Çağdaşlık, kardeşlik, demokrasi…
Hak, hukuk, adalet, ekmek, emek, iş, resim, heykel, müzik ve dans…
Aslında uygarlığa giden kutlu bir yoldur Cumhuriyet…
Huzura açılan bir pencere, bereketle kaynayan bir tencere, kutlu bir emanet, hayırlı bir imaret…
Yobaza pranga, bilene fazilettir Cumhuriyet.
Esaretten hürriyete kavuşmanın kutlu bir destanı, yokluktan varlığa ulaşmanın haklı bir gururu, ilim ve irfanla buluşmanın parlayan nurudur Cumhuriyet…
İşte onun için, milli bayramlarına önem verip kutlamayan milletler için, gelecekte milli veya dini bayramlatını kutlayabilecekleri bir vatan bulunmaz!
Şimdi bazıları Gazze’yi bahane ederek, Cumhuriyet Bayramını ve Cumhuriyetimizin 100’üncü yılını kutlamak istemiyor.
Tarih boyunca hiçbir millete reva görülmeyen katliamlar, sürgünler ve soykırım Türk Milleti’ne reva görüldü.
Daha yakın bir tarihe, yani düne gelelim. 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’nde resmi kayıtlara göre 17.500 canımızı yitirdik. Yine 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli büyük depremde ise tam 55.000 insanımızı kaybettik, 10 ilimiz tamamen yıkıldı. Bunlar resmi rakamlar, gayriresmi kayıpları ise yalnızca Allah ve Devlet biliyor.
Peki tarih boyunca bunca katliama ve yakın tarihimizdeki bunca kayba rağmen, bizim için herhangi bir programını erteleyen veya iptal eden bir devlet oldu mu? Türklerden başka bizim için yas tutan bir millet oldu mu?
Ne yazık ki, hayır!
Ama bütün bunlara rağmen, bütün milli bayramlarımızı kutlamamak veya kutlatmamak adına çeşitli bahaneler arayanlar, şimdi de Gazze’yi bahane ediyorlar.
Çok mu abes?
Hayır, aslında çok normal.
Çünkü bu bayram, Türklerin bayramı.
Emperyalizme karşı zaferler kazanan, istilacı düşman ordularını perişan eden, yoktan bir vatan elde eden ve özgür bir devlet kuran Türklerin bayramı.
Türk olmayan zaten kutlamaz.
Türkler kendi bayramlarını layıkıyla kutlayacaktır.
Büyük Türk Milleti’nin Cumhuriyet Bayramı ve Büyük Türk Devleti’nin 100’üncü Yaşı Kutlu Olsun
HASİP SARIGÖZ