TARIM YOK OLURSA!

Hasip Sarıgöz - Eylül 6, 2018 11:50 pm A A

 “Güçlü ülkenin yolu güçlü tarımdan geçer.”

“Sofrasında tükettiği gıdayı dışarıdan alan ülkenin bağımsızlık iddiası havada kalmaya mahkûmdur.”

Sayın Partili Cumhurbaşkanı tarafından kurulmuş olan bu cümleler; son derece doğru ve isabetli tespitlerdir. Bu nedenle, biz de aynen altına imzamızı atıyor ve bir zamanlardaki gibi güçlü bir tarım ülkesi olmanın istek ve hayali ile yanıp tutuşuyoruz.

Düşünün bir kere, dünyada kendi kendine yetebilen yedi ülkeden birisiydik.

Tütünümüz vardı, Şeker pancarımız vardı, tüketebileceğimizden çok daha fazla arpamız, buğdayımız, nohudumuz, mercimeğimiz, her evde mutlaka tavuğumuz, organik yumurtalarımız, yine her evde küçük ya da büyük baş hayvanlarımız ve bu hayvanlarımıza yedirebileceğimizden çok daha fazla samanımız bile vardı.

Peki, şimdi biz bağımsız bir ülke miyiz?

Biliyorsunuz…

Yuvarlak ve süslü sözlerle ak kara, kara da ak olarak gösterilebilmektedir.

Ama yine bilirsiniz ki, matematik yalan söylemez. Yani matematikte her zaman 2 kere 2=4 eder.

İşte bu nedenle Türk tarımının ana göstergesi olan alanlara rakamlarla bakalım ve “Türkiye bağımsız mı?” sorusunun cevabını bulmaya çalışalım.

Üstelik bu rakamlar yine Devlet’in rakamları olsun.

TÜİK verilerine göre:

Türkiye’nin 2017 yılındaki tarım ürünleri ihracatı 5,3 milyar dolar.
Aynı yılın ithalatına bakıyoruz, tam 9 milyar dolar!

Türkçesi şu; evet, siz ülke olarak dışarıya bir şeyler satabiliyorsunuz. Ancak ne yazık ki, dışarıya sattığınızdan çok daha fazlasını da dış ülkelerden döviz ödeyerek satın almak zorunda kalıyorsunuz! Tamamen eksidesiniz yani.

Peki, 2018 yılında değişen bir şeyler var mı? Hadi yine rakamlara bakalım.

2018’in ilk üç ayında tarım ürünleri ihracatımız 1,5 milyar dolar iken, ithalatımız tam 2,7 miyar dolar olmuş. Yani, sattığınızın neredeyse tam iki katını almışsınız ve karşılığını da döviz olarak tıkır tıkır ödemişsiniz. Döviz arttıkça da aynı malları çok daha pahalıya almışsınız.

Bakın, şimdi sıkı durun. 2018 yılının ilk üç ayında, bir önceki yılın aynı dönemine göre:
Kırmızı et ithalatımız %675 artmış!
Canlı hayvan %142!
Hani biz buğday ambarıydık ya, buğday ithalatımız %148 artmış!
Mısır ithalatımız ise tam %1000 artmış. Üstelik bu mısırların hepsi GDO’lu, yani ZEHİR!!!

Şimdi bu sonuçtan kim sorumlu?

16 yıldır bu ülkeyi “Dediğim dedik, çaldığım düdük” zihniyetiyle yöneten AKP mi, yoksa yine her türlü olumsuzluğun müsebbibi gösterilen CHP mi?

Ayrıca biz hayvancılığımızla övünen bir ülke değil miydik?

Her evde mutlaka bir sığır, koyun, keçi ya da tavuk bulunmuyor muydu?

Ama bakıyorsunuz rakamlara:
2017’nin ilk üç ayında 169,6 milyon dolar olan sığır ithalatı, 2018’in aynı döneminde %133 artışla tam 395,4 milyon dolara çıkmış!

Bunun Türkçesi de; ne yazık ki, Anadolu’da hayvancılığımız can çekişiyor demektir!

Oysa AKP’nin iktidara geldiği yıllarda, ülkemiz Ortadoğu’ya küçükbaş hayvan satan bir ülkeydi.

Şimdi ne oldu?

2017’de 4000, 2018’de de tam 125.000 koyun ithal etmişiz. Üstelik 2018’in bitmesine daha çok var.

İşte tam da böyle bir ortamda bu ülkenin Başbakanlık koltuğunda oturmakta olan Binali Bey eline mikrofonu alıp, kameraların da karşısına geçip, gözlerimizin içine baka baka “Tarımda Avrupa’da 1 numarayız” diyebiliyor.

2017’de 1.640 ton olan sığır eti ithalatı, 2018’in ilk üç ayında 12.714 tona ulaştı!

Üstelik bu etlerin çoğu, kâfir Sırp kasaplarının kestiği hayvanların eti!

2017 yılının ilk üç ayında, 168 milyon dolar ödediğimiz Rus buğdayına; 2018 yılının ilk üç ayında tam 421 milyon dolar ödemişiz. Hani Konya tahıl ambarımızdı, hani Anadolu’nun neresine ekersek ekelim buğday rahatlıkla yetişiyordu? Tahıl ambarlarımız mı yok oldu, yoksa ekip biçenimiz mi?

Hani bazı dangalaklar var ya, “Kasaptan eti dolarla mı alıyoruz?” diye soran… Cevabım onlara: Bakın güzel kardeşim, ithalat rakamlarını gördünüz. Evet eti kasaptan dolarla alıyorsunuz. Sadece eti de değil, makarnayı, pirinci, nohudu, mercimeği ve hatta fırından aldığınız ekmeği bile maalesef dolarla alıyorsunuz.

Diyebilirsiniz ki, “İyi ama biz de Rusya’ya külliyatlı miktarda domates satıyoruz”.

Peki, kazın ayağı öyle mi?

Hadi yine rakamlara bakalım.

2017 yılında Rusya’ya yaptığımız tarım ürünleri ihracatının toplam tutarı 763 milyon dolar iken, Rusların bize sattığı tarım ürünlerinin toplam tutarı tam 1.470.000.000 dolar.

Şimdi söyleyin bakalım, kim kime daha çok satmış? Kim kimden daha çok satın almış?

Rakamlar ortada… Ey benim iyi niyetli ve saf kardeşim! Sen şimdi domatesini Ruslara satsan ne olur, satmasan ne olur?

Köy aynı köy, köylü aynı köylü (mü acaba?), insan aynı Türk insanı… Dün üretirken, bugün neden sadece tüketiyoruz? Hala anlamayacak mıyız, üretmeden tükettikçe aslında biz de tükeniyoruz!!!

Sırbistan’dan et, (sadece 300 adet büyükbaş hayvana sahip) Singapur’dan sığır, Yunanistan’dan pamuk (Ne oldu bizim Çukurova’ya?), Mısır’dan pirinç, Sri Lanka’dan çay, İtalya’dan bakla, Çin’den sarımsak, Meksika’dan nohut, Kanada’dan mercimek, İran’dan soğan, Şili’den elma ve Bulgaristan’dan da saman alıyoruz!

Biliyor muydunuz? 357,021 km²’lik yüz ölçüme sahip sanayi devi Almanya, 814.578 km² yüz ölçümüne sahip olan bizden çok daha fazla tarım ürünü satıyor.

Her yıl 4,2 milyon hektarlık, yani Hollanda ülkesi kadar tarım alanımızı nadasa bırakıyoruz (Yani boş bekletiyoruz). 2000’li yıllara kadar yılda 1 milyon ton arpa ihraç ederken, şimdi Fransa, Rusya, İngiltere, Ukrayna ve Hırvatistan gibi ülkelerden yılda yaklaşık 28 milyon ton arpa ithal ediyoruz. Ama Başbakan’a göre tarımda Avrupa birincisiyiz.

İtiraf etmeliyim ki, konuşurlarken çoğu zaman doğru ve makul olanı söylediler ama yaparlarken de söylediklerinin tam tersini yapmaktan ve bu güzelim ülkeye büyük zararlar vermekten hiç de geri kalmadılar.

Köy önemliydi, köylü çok daha önemliydi.

Köy ve köylü, tarım ve hayvancılıkta üretimin öznesi, baş aktörü, dinamosu ve olmazsa olmazıydı. Onun için işe köy ve köylüden başladılar. Çünkü köyü yok eder ve köylüyü de zayıflatırsanız Türkiye Cumhuriyetini zayıflatmanın ve yıkmanın arkası çorap söküğü gibi gelir!

2007 yılında köylerde yaşayan toplam nüfusumuz 20 milyon iken, şimdi sadece 6 milyon ve üstelik son 10 yıllık nüfus artışına rağmen bu böyle.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki köylerimiz 90’lı yıllarda zaten terör belası nedeniyle boşalmaya başlamıştı. Fakat diğer bölgelerimizdeki köy ve köylü yerli yerinde duruyordu. Derken AKP adında dinci ve muhafazakâr bir parti iktidara geldi. 16 yıllık AKP hükümetlerinin yanlış tarım ve özellikle “İTHALAT” politikaları nedeniyle köylerimiz neredeyse tamamen boşalma noktasına geldi.

Çünkü köy ve köylü düşünülmedi!

Tohum ne kadar, gübre ne kadar, mazot kaç para, gündelik ne?

Onun sıkıntı ve dertleri maalesef ki yeterince dinlenmedi.

Peki, ne yapıldı?

Her zamanki “ben yaptım oldu”, “hizaya getirme” ve “haddini bildirme” zihniyetiyle hareket ettiler. Baktılar ki, fiyatlar artıyor hemen fiyatı arttırmak zorunda kalan köylüyü terbiye etmeye kalktılar! En sevdikleri sopa ise ithalat sopası oldu. Maalesef ki, her ithalat hamlesinde de köylü biraz daha zayıfladı.

Baktı ki köylü attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmiyor, o da ekip dikmekten vaz geçti! Bir asgari ücret uğruna yerini yurdunu terk edip betonlaşmış şehirlere koştu. Koştu ama umutları orada da boştu!

Hem köylü kaybetti, hem de Türkiye! Kim kazandı? Rus köylüsü, Sırp kasabı, Bulgar çiftçisi…

Oysa bu yıkıcı ithalat politikası yerine, köylü ve çiftçiye mali, teknik ve bilimsel destek politikaları hayata geçirilebilseydi her şey inanın bambaşka olabilirdi. Mesela devlet tarafından köylünün bütün toprakları için bedava toprak analizi yapılabilirdi. Eğer yapılsaydı çiftçimiz elindeki toprağa ne zaman ne ekeceğini, ne kadar sulayacağını ve hangi gübreyi hangi zamanda vereceğini bilirdi. Topraklarımız durduk yerde çoraklaşmaz ve GAP gibi dünya çapında bir projenin suladığı devasa ekim alanları fazla sulanmaktan tuzlanıp verimsizleşmezdi. Görünen o ki Türkiye Köy Enstitüleri’ni daha çok arayacak.

Tohum önemliydi, tohum öldürüldü.

Öyle bir tohum kanunu çıkartıldı ki, akıllara zarar.

Bakın 5553 Sayılı Tohumculuk Kanunu neye ve kime hizmet ediyor?

“MADDE 5 – Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir. Bakanlıkça izin verilmeyen tohumluk veya bitkisel ürün yetiştirilemez.”

Yani Tarım ve Köy İşleri Bakanlığından izin almadan ve kayıt altına aldırmadan, bir avuç bile tohum üretemezsiniz. (Örneğin; bahçenizde yetiştirdiğiniz salatalığın bir avuç tohumunu alıp evinizde saklayamazsınız.)

Diyelim ki elinizde biraz tohum var, aşağıdaki maddelere göre bu tohumu kayıt altına aldırmadan ve Bakanlıktan yetki almadan hiç kimseye satamazsınız. (Aksi halde madde 12’ye göre her fiilinizden ayrı ayrı cezalandırılırsınız)

“MADDE 7 – Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir.”

“MADDE 8 – Tohumlukları yetiştiren, işleyen ve satışa hazırlayan, dağıtan ve satan gerçek veya tüzel kişiler, Bakanlık tarafından yetkilendirilir ve denetlenir.”

O zaman her şeyi kanunlara uygun olarak yapalım üreteceğimiz tohumu kayıt altına aldıralım, yetki isteyelim ve sertifikamızı alalım diyebilirsiniz ama iş o kadar basit değil. Çünkü bu sefer de pamuk eller cepten çıkmak bilmiyor. Bakın bu işlemler için ödemeniz gereken ücret kalemleri nelermiş:

“MADDE 9 – Sunulan hizmetler ile onaylanan ve düzenlenen belgeler karşılığında, aşağıda belirtilen ücretler alınır:
1. Başvuru inceleme ücreti. 
2. Tescil ücreti.
3. Üretim izni ücreti. 
4. Standart tohumluk kayıt ücreti. 
5. Genetik kaynaklar kayıt ücreti. 
6. Sertifikasyon hizmetleri ücreti: 
7. Tarla kontrolleri ücreti. 
8. Laboratuvar kontrolleri ücreti. 
9. Belgelendirme ücreti.
10. Etiket ücreti.
11. Yayın ücretleri.
12. Diğer ücretler.”

Seçim sizin: İşte hendek işte deve! Ya bu 12 kalemde özetlenen ücretleri paşa paşa ödersiniz, ya da baktınız olmaz bu işten vaz geçersiniz.

Hadi bu ücretleri de ödediniz diyelim. İş bununla da bitmiyor. Bu sefer de madde 17’ye göre bir tohumculuk birliğine üye olmalısınız. Onun da yükümlülüklerini yerine getirmeli ve aidatlarını ödemelisiniz.

Bütün bunları yapamazsanız tohum üretemezsiniz, tohum ticareti de yapamazsınız.

Gerçekte ne mi oluyor?

Zaten ülkemizde gerçek anlamda tohum falan da üretilmiyor.

Peki, bu boşluğu kim dolduruyor?

Türkiye’nin tohum ihtiyacı nasıl karşılanıyor?

Tabi ki ağırlıklı olarak İsrail’in genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) tohumlarıyla!

Hem de ne pahasına?

En son darbeyi ise şeker fabrikalarımızı kapatarak/satarak vurdular! Pancar yoksa şeker de yok (ama NBŞ var), küspe de yok, küspe olmayan yerde ise hayvan üretimi zordadır.

Tarım ve hayvancılıktaki üretim azalmasının nedeni işte burasıdır. Köy, köylü ve tohum olmazsa tarım da olmaz üretim de olmaz!

İnsan sormadan edemiyor. Mademki tarımda bir numarayız, o zaman köylerimiz neden boşalıyor? Köyün gençleri sadece asgari ücretli bir iş bulabilmek umuduyla neden yollara düşüyorlar? Mademki tarımda bir numarayız, o zaman samanı bile neden dışarıdan alıyoruz?

Hatırlatalım ne demişti partili ve taraflı muktedir: “Sofrasında tükettiği gıdayı dışarıdan alan ülkenin bağımsızlık iddiası havada kalmaya mahkûmdur.”

Peki, biz çoktan mahkûm olmadık mı?

Unutmayalım; tarım yok olursa aş yok olur, iş yok olur. Aşın ve işin yok olduğu yerde huzur ve düzen yok olur. Huzur ve düzenin yok olduğu yerde hürriyet yok olur. Hürriyetin yok olduğu yerde ise devlet ve millet yok olur.

Ne diyor yüce kitabımız Kuran:

“O işbaşına geçtiğinde, (iktidara geldiğinde ve hak davadan sırtını dönüp gittiğinde) yeryüzünde (ülkesinde ve bölgesinde) fesat çıkarmaya, ekini ve nesli helak edip bozmaya yönelip (şeytani bir gayret) gösterecektir. Oysa Allah fesat ehlini asla sevmemektedir.”(Bakara: 205)

Sevgiyle, saygıyla, bilinçle ve illa ki uyanık kalın.

Uyanık kalın ki, ekini ve nesli bozan fesat ehlinden ve o fesat ehline destek olanlardan olmayın.

Bu haber 478 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 11:50 pm A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.