TÜRK’E İHANETİN BEDELİ!

Hasip Sarıgöz - Eylül 7, 2018 12:25 am A A

 “Havada bulut yok, bu ne dumandır?

Mahlede ölüm yok, bu ne figandır?

Şu yemen elleri nede yamandır,

Ah o Yemen’dir, gülü çemendir,

Giden gelmiyor! Acep nedendir?”

 

Onlar olmasaydı; yukarıda okuduğunuz bu ve buna benzer acıklı dizeler belki de hiç yazılmamış, yürekleri dağlayan ağıtlar hiç yakılmamış, memleketler yıkılmamış, aziz canlar uçmamış, asil kanlar akmamış ve belki de sayısız göz pınarından kanlı gözyaşları hiç dökülmemiş olacaktı…

 

Onlar ki:

 

Şahsi menfaatlerini müstevlilerinin siyasi emelleriyle tevhit ettiler!

 

Üç kuruşluk menfaat ve kıytırık makamlar uğruna şereflerini ve haysiyetlerini sattılar!

 

Fitne ve fesadın karanlık çukuru olmayı izzeti nefislerine yakıştırabildiler!

 

Kendi devletlerine sırt çevirdiler!

 

Ekmeğini yiyip suyunu içtikleri vatanlarına her türlü kötülüğü yapmaktan geri durmadılar!

 

Ve onlar ki, içinden çıktıkları milleti sırtından vurup ona ihanet ettiler!

 

Fakat o hainler bilemediler ki, her ihanetin bir bedeli vardı!

 

Böylesi hainliklere ne milletin ne de Yüce Allah’ın rızasıolmazdı, olamazdı… Bir türlü anlayamadılar!

 

İşte bu şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edenlerden biri de Sultan Vahdettin’in bile “Habis ruhlu melun” diye tarif ettiği Damat Ferit idi.

 

Yunan ordusunun zaferle birlikte denize dökülmesinden sadece 13 gün sonra bir İngiliz İstimbotuna binerek İngiltere’ye kaçan bu alçak adam; ölünceye kadar adi bir kaçak ve bir sığıntı olarak yaşamış ve bir kaçak olarak da ölmüştür.

 

İşin çok daha ilginci, 1954 yılına kadar gömülecek iki metrekarelik bir toprağı bile olmayan bu hainin cesedi, yıllarca bir tabut içinde ve karanlık bir bodrumda bekletilmiştir.

 

Sadece Damat Ferit mi?

 

Tabi ki, hayır.

 

Daha neleri var.

 

Meşhur İngiliz Casusu Fitz Maurice’nin ifadesiyle “Çılgınlık derecesinde İngiliz taraftarı” bir diğer hain de Damat Ferit ile birlikte hareket ederek, memleketin İngiltere’ye teslim edilmesine çalışan ve yazdığı katran karası yazılarla sürekli olarak kin ve ihanetini kusmaktan geri kalmayan Ali Kemal’dir.

 

Oysa bu vatan hainini de hainlere has bir son bekliyordu! İstanbul’da bir berber dükkânında tıraş olmak üzere oturduğu koltukta vatansever Türk milliyetçileri tarafından basılan Ali Kemal, hesap sorulmak üzere sevk edildiği İzmit’te, meşhur İzmit Saat Kulesi’nin dibinde ihanet ettiği halkı tarafından paramparça edilmiştir!

 

Tarihin ve talihin unutamayacağı hainlerden biri de Şerif Hüseyin’dir. İngilizlerle birlik olduğu Arap çöllerinde nice Türk evladının kanına giren Şerif Hüseyin’e; Osmanlı çökünce efendileri tarafından Hicaz Krallığı verildi. Bununla da kalınmadı oğullarından biri Ürdün Kralı, diğeri de Irak Kralı yapıldı.

 

Artık, Türk kanı ile sulanmış bu topraklarda aile boyu kral idiler.

 

Sırtlarını kim yere getirebilirdi ki?

 

Ama kader… Kader diye bir şey vardı ve ondan hiç kimse kaçamazdı! Hainler ise asla!

 

Devran döndü ve bu sefer İngilizlerle anlaşan Suudi Vahabiler Şerif Hüseyin denilen bu haini Ürdün’e kadar kovaladılar. Ürdün’den sonra soluğu Kıbrıs’ta alan Şerif Hüseyin hastalıklar, acılar, pişmanlıklar acı ve gözyaşları içinde sürgünde (Amman’da) can verdi!

 

Şerif Hüseyin’in hayal kırıklığı, aşağılanma, acılar ve pişmanlıklar içinde söylediği şu sözler tam da ibretliktir:”Başımıza gelenler, Osmanlı’ya ihanetimizin ilahi cezasıdır!”

 

Peki, oğullarına ne oldu?

 

Oğullarından ilk Ürdün Kralı olan Abdullah,kendisine karşı Kudüs’de yapılan kanlı bir suikast sonucu hayatını da krallığını da kanlı bir şekildekaybetti!

 

Yerine geçen oğlu Tallal, feci bir akıl hastalığına tutulduve ömrünü dedesinin ihanet ettiği Türklerin İstanbul’unda şifa ararken tamamladı.

 

Şerif Hüseyin’in Irak Kralı yapılan oğlu Faysal da bir süre krallığının tadını çıkardıktan sonra feci bir hastalığa yakalandı, adeta bir mum gibi eridi ve öldü. Öldüğünde sadece 35 kiloydu.

 

Yerine geçen oğlu Gaziül Evvel, fren aksamı bozulmuş bir arabayla bir direğe çarparak feci bir şekilde hayatını kaybetti.

 

Onun oğlu II. Faysal ise; Irak’ta çıkan bir isyanda oğlu (Şerif Hüseyin’in torunu) ile birlikte paramparça edildiler! Böylece ihanetin cezasını sadece ihanet edenler değil aile boyu çekmiş oluyorlardı. O günden bu yana hiçbir Irak Kralı veya Devlet Başkanı’nın normal yollardan ölemediklerini de hatırlatmak gerekir.

 

Bütün bu olumsuzlukların mimarı Arabistanlı Lawrence’nin başı göğe mi değdi? Tabi ki hayır. O da geçirdiği bir motosiklet kazasında beyni parçalanarak öldü.

 

Yine, bir Türk adı taşımasına rağmen, Türklükle alakası olmayan, İngiliz işbirlikçisi hainlerden birisi de Nuri Sait (Paşa) idi. Musul ve Kerkük’ün kaybedilmesinde büyük bir rol oynayan bu hain; Irak’ta İngilizlerin kurdurduğu Kukla Krallığın ilk Çakma Başbakanıydı. Yeni efendilerine yaranabilmek için oradaki Türkmenlere etmedik zulüm bırakmamıştı.

 

Fakat devran döndü ve İngiltere 1957 yılında oradaki yönetimi değiştirmeye karar verince Irak’ta bir ihtilal tertip edildi. İşte bu ihtilalden kadın kıyafetleri giyerek sıvışmaya çalışırken ele geçirilen Nuri Sait erkek gibi yaşayamadığı hayatını kadın kıyafetleri içerisinde öldürülerek noktalamış ve ihanetinin bedelini de ibretlik bir şekilde ödemiş oldu.

 

Balkan Savaşı’nda İşkodra Kale Komutanı Hasan Rıza Paşayı vurarak, Kaleyi Sırp ve Karadağlılara satarak hainliğini tescilleyen ve tescilli bir hain olarak Abdülhamit Han’ı tahttan indirmeye giden dört kanı bozuktan biri olan Esat Toptani (Paşa) 1919 yılında Paris’te bir Arnavut genci tarafından vurularak öldürüldü.

 

Bütün dinler barışı ve sevgiyi emrettiği ve ihaneti de yasakladığı halde, Eflak Voyvodası Konstantin’e bir mektup yazarak onu Osmanlı Devleti’ne karşı isyana kışkırtan sözde din adamı İstanbul Patriği olan III. Parthenios yaptığı bu ihanetin cezasını İstanbul Parmak Kapı’da idam edilerek ödedi.

 

Fakat uslanmadılar, aradan tam 164 yıl geçti. Bu sefer de Yunanistan’ı Osmanlı topraklarından kopararak, bağımsız bir Hıristiyan devleti kurmak için ayaklanan Rum çetelerine gizliden gizliye para ve silâh yardımı yapıp, Mora isyanını açıktan açığa kışkırttığı tespit edilen Patrik Grigorias; ekmeğini yiyip suyunu içtiği Türk milletine ihanetten suçlu bulunarak, 22 Nisan 1821 günü patrikhanenin orta kapısında asılarak idam edildi.Ayrıca bu papazın Rus çarına yazdığı “Türkleri nasıl yeneriz?” temalı bir de ibretlik ihanet mektubu vardır.

 

Ders aldılar mı? Ne yazık ki, hayır!

 

İşgalci Yunan askerlerine “Evlatlarım, ne kadar Türk kanı döküp içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız!”diyen İzmir Metropoliti Hrisostomos; kanını içmek istediği Türk halkı tarafından İzmir’de paramparça edilerek ihanetinin bedeli ödetilmiştir.

 

Mustafa Kemal’i ve Kuvvayi Milliye komutanlarını hain ilan ederek idamlarına hükmeden sözde Şeyhülislam Dürrizade Abdullah denilen şahıs ise Damat Ferit’ten sadece beş gün sonra ihanet ettiği ülkesinden kaçacak ve başka bir hain olan Şerif Hüseyin’e sığınacak ve çok geçmeden 1923 yılında orada bir sığıntı olarak ölecektir.

 

Hain Şeyhülislamlardan bir tanesi de Mustafa Sabri idi. “Elimden gelse Türkleri Arap yapardım” ve “Kuvvayi Milliye bir sergüzeştin sarhoşlukla ilan ettiği fitnedir” diyebilecek kadar alçaklaşan, mazlum Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam fetvasını veren ve Saltanat Şurası’nda Sevr’i onaylayan milliyetsizlerden biri olan Mustafa Sabri de ülkesinden bir fare gibi kaçarak Romanya’ya, oradan Mısır’a, Yunanistan’a ve tekrar Mısır’a giderek vatansız bir vaziyette ölüp tarihin çöplüğüne gidenlerdendir.

 

“Allah’ın emrine ve Halife’nin fermanına ittibaen Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının daha fazla yaşatılmaması”nı ve Türk milletinin Yunan’a savaşmadan teslim olmasını isteyen bildiriler yayınlayan İskilipli Atıf (Hoca) da idam edilmekten kurtulamayanlardandır.

 

Dini kullanarak isyan eden hain Anzavur; yok etmek istediği Türk milliyetçileri tarafından başı kesilerek hesabı kesilenler arasındadır.

 

Türkiye’nin Lozan’da vermediği Musul’u kaybetmesine sebep olan ve çıkardığı isyanla birçok cana mal olan İngiliz işbirlikçisi Şeyh Sait, 47 suçluyla birlikte asılarak idam edilmiştir.

 

Yine Tunceli İsyanı’nı çıkaran Seyit Rıza idam edilmiştir.

 

Kürtçe’ninresmi dil olarak kabul edilmesi, eğitimin Kürtçe yapılması; kaymakamların, nahiye müdürlerinin ve diğer memurların Kürtçe’yi iyi derecede bilenlerden tayin edilmesi; mahkemelerde verilen hükümlerin şeriata göre verilmesi ve Kürt bölgelerinden alınan vergilerin yine Kürt bölgelerine harcanması istekleriyle (ki biz buna bağımsız devlet isteği diyoruz) art arda isyanlar çıkaranŞeyh II. Abdüsselâm da Türk milletine yakayı ele vermekten ve adamlarıyla birlikte 1914’de idam edilmek akıbetinden kurtulamamıştır.

 

Bu Abdüsselam ki, terör yüzünden akan her damla kana pis ellerini bulaştırmış olan bölücü ve hain Mesut Barzani’nin öz dedesidir. Bu Barzani de aynı dedesi ve aynı babası gibi, bugün bağımsız bir Kürdistan’ın peşindedir. Biliniz ki ihanet genetik bir hastalıktır ve maalesef ki Barzani’ye de iflah olmaz bir biçimde bulaşmıştır. Türk tarihini, ihanetleri ve hainleri bilenler için Mesut Barzani’nin sonu hiç de muamma değildir.

 

Güzel İzmir’i tek kurşun atmadan Yunana teslim eden ve daha sonra Kuvvayi Milliye’yi ortadan kaldırmak için kurulan Kuvvayi İnzibatiye’ye (Hilafet Ordusu) Başkomutan olarak atanan Hain Ali Nadir (Paşa); yurt dışına kaçmış ve kaçak lağım fareleri gibi yaşayarak vatansız bir şekilde Mısırda ölmüştür.

 

Adını aldığı Nemrut gibi acımasız ve şerefsiz birisi olan ve Türk milliyetçilerini tasfiye etmek için işgal güçlerince kurulan Divanı Harp vasıtasıyla nice Türk evladının kanına giren ve ayrıca Şeyh Sait İsyanı’nın tertipleyicilerinden olan Hain Nemrut Kürt Mustafa (Paşa) da kaçak vaziyette yurt dışında can veren vatansızlardandır.

 

Yalnızca bunlar mı?

 

Maalesef hayır, tarihin sarı sayfalarını karıştırdıkça karşımıza düzinelerce hain ve ibretlik sonları çıkmaya devam etmektedir.

 

Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri eski Bakanı Henry Kıssenger diyor ki: “Biz neden büyük devletiz, içimizdeki hainleri öldürür, başka milletlerin hainlerini de o devletin başına getiririz.”Sanki bu eski bakanı doğrularcasına günümüzde de ihanetler ve hainlikler gemi azıya almış vaziyette devam etmektedir.

 

İşte Abdullah Öcalan denilen hain… En az 40.000 insanımızın canına ve kanına mal olan bu hain de, yaptığı canilikler ve hainliklerden sonra aynı ağabeyleri kaçak olarak orada burada dolaşmış ve daha sonra enselenerek İmralı’ya tıkılmış ve oradaki dört duvar arasında kendi malum sonunu beklemeye devam etmektedir.

 

İşte Fetullah Gülen; o da vatanını, milliyetini, haysiyetini ve şerefini kaybetmiş bir vaziyette, başka devletlerin kuklası ve sığıntısı olarak yaşamaya devam etmektedir.

 

Bilinmelidir ki bu millet; Kozmik Oda’sına girenlerden de, ordusuna kumpas kuranlardan da, devlet kurumlarına sızanlardan da, milletin …..sına koyanlardan da, Devleti soyanlardan da, ekmeğini yiyip suyunu içtiği bu millete karşı azanlardan da, birliğini ve dirliğini bozanlardan da bu ihanetlerinin hesabını bir birsoracaktır.

 

Çünkü bu topraklar çok hain gördü, fakat Türk milleti hepsini de tarihe gömdü.

 

Unutmayalım ki, bu büyük millet; Yüce Allah’ın sevdiği ve Sevgili Peygamberin de övdüğü aziz Türk milletidir.

 

Büyük Türk milletini önce Yüce Allah, sonra da kendi evlatları ebediyete kadar koruyacak, hainler ise birer birer hesaba çekilecek, bitecek ve kuruyacaklardır.

 

Bütün bunları niye mi yazdım?

 

Demem o ki, büyük Türk milletine ihanet içinde olanlar ve ihanet etmeyi düşünenler; bir değil beş kez daha düşünsünler.

 

Akıllarını başlarına alsınlar ve biraz tarih karıştırsınlar.

 

Düşünsünler ve ibret alsınlar.

 

Bilsinler ki; ihanetin telafisi, kahpeliğin de bahanesi olmaz.

 

Ve demem o ki ayaklarını denk alsınlar.

 

Çünkü bütün dinlerde ve bütün evrensel inanç sistemlerinde ihanet yasaklanmış, aşağılanmış ve lanetlenmiştir.

 

Kutsal kitabımız yolu ile bütün insanlara bildirildiği üzere;

 

“O (Allah) gözlerin hainliklerini ve göğüslerin sakladıklarını bilir.” (Mü’min Suresi, 19. Ayet)

 

“Kim ihanet ederse, kıyamet günü ihanet ettiğiyle gelir.” (Al-i İmran Suresi, 161. Ayet)

 

“Sakın hainlerin savunucusu olma.” (Nisa Suresi, 105. Ayet)

 

“Allah’ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmaz.” (Yusuf Suresi, 52. Ayet)

 

Ve “Gerçekten Allah;nankörleri, ihanet edenleri ve hainlikte ilerlemiş günahkârları sevmez!” (Nisa 107, Enam 58, Hac 38)

 

Biliriz ki Allah’ın sevmediği bir kulun sırtı yerden, başı beladan ve burnu da boktan kurtulmaz. Şimdiye kadar kurtulmamıştır ve şimdiden sonra da kurtulmayacaktır.

 

İhanetlerin bedeli dünya tarihi boyunca çok ağır olmuştur ve öyle olmaya devam edecektir.

 

Hele ki, Türk’e ihanetin bedeli!

 

Bizden söylemesi…

Bu haber 562 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 12:25 am A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.