KARDAK NEDEN NÜKSEDER?

Hasip Sarıgöz - Eylül 7, 2018 12:00 am A A

 Terör belasının, yine bir karabasan gibi üzerimize çöktüğü günlerdi…

Türk devletinin ve ordusunun da, bu belanın üzerine en kararlı şekilde gitmeye hazırlandığı günler…

İşte o günlerde ben de, Kırklareli’nin Vize ilçesinden Diyarbakır bölgesine terörle mücadele için kaydırılan 121’nci Taktik Komando Alayı Takviye Kuvveti’nin içerisindeydim. 

Sanırım 1995 yılının ilkbahar mevsimiydi ve o günlerde batıdan doğuya doğru birçok askeri birlik kaydırılmaya devam ediliyordu. 

Konvoy haline getirilmiş içi asker dolu otobüslerle batıdan doğuya doğru yol alırken, akşam olunca yemek ve dinlenme için Ankara’daki bir askeri birlikte mola vermiştik. Şu meşhur Gazi Olayları’nın patlak verdiğini işte orada yemek sırasında öğrenmiş, lokmalar boğazımıza dizilmiş ve büyük bir üzüntü duymuştuk. 

Çünkü Türk Ordusu doğuya doğru ciddi bir güç kaydırıyor, ama aynı günlerde her nasılsa batı karıştırılıyordu! 

“Al sana bir kaya, nereye dayarsan daya” dercesine kucağımıza bir Alevi-Sünni çatışması öylece bırakılıveriyordu. 

Aslında tarihi olayları takip edebilenler için şaşılacak bir şey yoktu. Çünkü Çorum ve Kahramanmaraş olayları nedeniyle, biz bu filmi daha önce görmüş gibiydik.

Bununla da yetinilmedi, çünkü birçok para ve emek harcanarak doğuya kaydırılan birliklerin terörle mücadelesi akamete uğratılmalı ve bu birliklerin batıya döndürülmesi sağlanmalıydı. 

Neden mi?

Emperyalistlerin, hainlerin ve Türk düşmanlarının işine gelen buydu çünkü. 

Baktılar ki, Gazi Olayları’na müdahale başka türlü yapılıyor, ordu da hiç tınmadan doğudaki görev yerlerine taşınmaya devam ediliyor… 

Başka bir çare bulunmalıydı.

Buldular da.

O çare Yunanistan idi.

Bu sefer Batı’nın emir eri; (tetikçisi desek daha doğrudur.) sırf ağabeylerinden aldığı emir gereği “bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü” dercesine Kardak Kayalıkları’na çıktı! 

Al sana bir kaya daha… 

Aradan yaklaşık 7-8 ay geçmiş ve bu seferki görev yerim Tunceli idi. Biz daha Tunceli’ye intikal edeli bir buçuk iki ay falan ya olmuş ya olmamış. 

Fakat bu sefer iş ciddi! 

Değersiz bir kayalık bile olsa, vatanın bir çakıl taşından dahi vazgeçilemezdi. (Gerçi daha sonraki iktidarlar memleketi parsel parsel satacak, üstelik bir de yabancılara tapusunu verecekti ya olsun.)

Direktif çok açıktı: “O bayrak inecek, o asker gidecekti…”

Gerçekten onurlu ve dik bir duruştu. Ondan önce yaşanan ve ondan sonra yaşanacak (çuval olayı, alçak koltuk olayı, Mavi Marmara olayı, Süleyman Şah Türbesi olayı ve Ege’deki Türk adalarının Yunanistan tarafından işgal edilmesi olayları gibi) çok acı olaylarda, ülkenin erkek yöneticilerinin gösteremediği erkekliği, adeta yeni neslin Asena’sı gibi hareket eden bir kadın göstermişti. 

Bize de “-Hadi bakalım dönün Tunceli’den batıdaki sefer görev yerlerinize” denildi. 

Can ile baş üzerineydi.

Derhal dönüş hazırlıklarına başlandı. Doğuda eline silah alıp dağa çıkanlar hain de olsalar bizdendi. 

Ama ya batıdaki? 

İşte o ezeli bir düşmandı! Fırsat bulursa ağabeyleri için yapamayacağı şerefsizlik yoktu. Bu nedenle ihmale gelmezdi.

Devletin aldığı net, kararlı bir tutum ve özel kuvvetlerimizin birer bozkurt edasıyla, cesaretle ve kahramanca yaptığı operasyon sonucu (gerçi o kahramanların bir kısmı, sonradan kurulan kumpaslarla zindanlarda çürütüleceklerdi ama olsun) o bayrak indi o asker gitti… Ordu da terörle mücadelesine başarıyla devam etti.

Türk insanı bu sefer “biz aslan ile ceylanı barındırdık kucağımızda, kin ve nefretler yok olur ocağımızda” diyen Hacı Bektaş Veli’ye yakışır şekilde hareket ettiği için; baktılar ki; Alevi-Sünni çatışması tutmadı. Yunanistan blöfü görüldü, terörle mücadelede de Türkiye tarafından net bir sonuç alınmıştı. 

Bunlar yine palazlanmaya başlarlar…

Onun için ne tezgâhlar ne de kumpaslar bitmedi!

Ardından gelen büyük bir ekonomik kriz ülkeyi kasıp kavurdu!

Başörtüsü meselesi, Laik-Anti Laik tartışmaları enerjimizi yok yere tüketti!

Emperyalistlerin terörü güçlendirme ve destek çabaları o günden bu güne artarak devam etti!

Türk milletinin yegâne dayanağı olan Türk ordusunu yıpratmak ve savaşamaz hale getirmek için şeytanın bile aklına gelmeyecek kumpaslar kuruldu!

Şerefli Türk subayları ve astsubayları düzmece davalarla terörist ilan edilerek zindanlara tıkıldılar!

Ve en sonunda da Ordumuzun içine içimizdeki hainlerle birlikte yerleştirdikleri FETÖ silahı ile Türk ordusunu can evinden vurdular!

Yani başa örülen çorap ve çuvallar hem gelişti hem de değişti, fakat çorap/çuval örülen baş hiç değişmedi. Türk’ün başı…

Sandılar ki, artık Türk ordusu savaşamaz. İşte bu nedenle, Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki fitne ve fesat hareketleri hiç olmadığı kadar artış gösterdi.

Hiç beklenmedik bir anda Suriye’nin kuzeyine girerek, emperyalist kuşatmanın tam da ortasına kamasını saplayan Türk ordusu, en olumsuz şartlarda dahi zafer kazanabileceğini dosta ve düşmana ispat etmiş oldu. Denilebilir ki El Bab’ta zaferi kazanan ordu, Türk ordusunun dirisi değil adeta ölüsüdür. 

O zaferi milletimize armağan eden kahramanları bir kez daha saygı ve minnetle anarak konumuza devam edelim.

El Bab zaferine rağmen durmadılar. Silahı, mühimmatı, tankı, topu ve füzeleri bu terör örgütlerine adeta bir sağanak gibi yağdırmaya devam ettiler, eğittiler, semirttiler ve güçlendirdiler… 

Böyle bir dönemde, ülkemize yönelik genişletilmeye çalışılan emperyalist kuşatmayı tamamen kırmayı amaçlayan Türk ordusu; bu sefer de harekâtın ikinci halkası olarak Afrin’e girdi. 

Her türlü silah ve teçhizatla güçlendirilmiş, son derece gelişmiş beton koruganlar ve tüneller sistemi ile tahkim edilmiş fitne cephesini en kısa sürede çökertebilmeyi amaçlayan Türk ordusu; yurdun dört bir yanından askeri birliklerimizi bölgeye sevk etmeye başladı.

“Tarih tekerrürden ibarettir” derler ya… 

Vaziyet aynı 22 yıl önceki vaziyet gibi…

İşte tam da böyle bir ortamda, Yunan sahil güvenlik hücumbotu Kardak’a geliyor ve yapılan uyarılara aldırış etmiyor, önleme yapan bir Türk hücumbotu ile çarpışıyordu!

Alın size bir Kardak krizi daha!

Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?

Durum gergin! Türk ve Yunan savaş gemileri Kardak civarında karşılıklı beklemeye başladılar. Görünen o ki, Yunan tarafı elinden geldiğince bu krizi tırmandırmaya çalışacak.

Çünkü ağabeylerinden aldığı emir budur. Türk ordusunun Afrin’de sıklet merkezi oluşturarak süratle başarı kazanmasını önlemek… Afrin’de yığınaklanma yapmasını engellemek. Gücünü dağıtmasını sağlamak, zayıflatmak ve uluslararası alanda emperyalizmin karşısında boyun eğdirmek!

Bakın bu sistem her zaman böyle işlemiştir. Türkiye’nin doğusunda bir şeyler olsa batısı karıştırılır, güneyinde önemli işler olsa kuzeyinde veya başka bir yerinde yeni cepheler açılır.

Yıllar sonra Kardak’ın nüksetmesi de işte bundandır.

Unutmayalım ki, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. Ne Amerika’ya ne de Rusya’ya asla güvenemeyiz.

Bakın, Rusya güçlü bir Suriye istemez. Çünkü Akdeniz’deki tek üssünü kaybetmek istemez, orada ebediyen kalıcı olmak ister. 

Amerika, Suriye kendi güdümüne girsin ister. Bunu gerçekleştirinceye kadar Esat rejimine vurmaya devam edecektir.

Hem Rusya, hem Amerika bölgede güçlü bir Türkiye istemez. Her ikisi de hırpalanmış ve zayıf (emir almaya hazır) bir Türkiye’nin kendi saflarında olmasını ister.

Onun için her ikisi de Türk ordusunu ve Türkiye’yi zayıflatacak her hamleyi desteklerler.

Hatta anlaşmışlardır bile.

Yoksa ABD kontrolündeki Menbiç’te bulunan PYD unsurları; nasıl olmuştur da, ABD’yi dinlemeyip, Rusya kontrolündeki Esat bölgesinden de kolayca geçip Afrin’e ulaşabilmişlerdir? 

Bu gidenler öyle kaçak göçek geçen üç beş araçtan ibaret değil. Yüzlerce araçtan oluşan içi PYD eşkıyaları, Amerikan silah ve mühimmatlarıyla dolu düzenli konvoylardır! Hala da güven içinde Afrin’e geçmeye devam etmektedirler.

Amaç: Afrin’de Türk ordusunun yıpratılması, zayıflatılması, ezilmesi ve öz güveninin yok edilerek hezimete uğratılmasıdır.

Tabi bu Mehmetçiğin azmi ve Allah’ın izniyle olacak iş değildir. Türk milleti ve Türk ordusu geçmişte olduğu gibi bu muharebe meydanından da zaferle çıkacaktır.

Fakat bizzat hükümet eliyle yapılan absürt icraatlarla düşmanın değirmenine su taşımaya da hiç gerek yoktur.

Ortada savaşan bir ordu var. Peki, ama ordunun askeri sağlık sistemi neden yoktur? Neden hala yeniden kurulmamaktadır?

Askeri harekâtlarda çok başlılık kabul edilemez, zira sonuç hezimet olur. Türk ordusundaki komuta birliği neden hala ve ısrarla tesis edilmemektedir? 

2. Kardak krizinin tırmandırılması, başka cepheler ve başımıza başka belaların açılması ihtimali yüksektir. 

Öyle ise tedbir…

Öyle ise akıl…

Öyle ise el vicdan…

Hasip Sarıgöz, 17 Şubat 2018

Bu haber 750 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 12:00 am A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.