FIRSATÇILIK!

Hasip Sarıgöz - Eylül 7, 2018 12:45 am A A

 15 Temmuz gecesi başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişiminin hemen ardından, 20 Temmuz 2016 günü toplanan MGK ve Bakanları Kurulu bir karar aldı.

Karar Sayısı: 2016/9064 idi.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 120’inci maddesine ve OHAL Kanunu’nun 3’üncü maddesine dayanılarak alınan bu karar, 20 Temmuz’u 21 Temmuz’a bağlayan gece yarısı saat 02.00’da Resmi Gazetede de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

Sadece 3 aylığına diye ilan edilen OHAL’in amacı; FETÖ ile mücadele ve darbeleri önleme idi.

Bu düzenleme ile girilen yeni durum, Hükümete Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarabilme yetkisi de veriyordu.

Artık hal OHAL, devir ise KHK devri idi…

Hükümetin eli öyle bir güçlenmişti ki, Anayasamızın 148’inci maddesine göre; olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava dahi açılamıyordu!

Adı üstünde dönemin adı OHAL ve OHAL’in tanımında da yer aldığı gibi; temel hak ve hürriyetlerin kanunlar yolu ile kısıtlandığı veya tamamen kaldırıldığı, yani Anayasa’nın geçici olarak ilga edildiği bir durumdu.

Peki, bundan böyle her konuda Hükümetin dediği dedik, çaldığı düdük mü olacaktı?

Tabi ki hayır.

Hükümete yasal olarak verilen birçok olağanüstü yetkiye karşın, Anayasamızı yapanlar; ülkede olabilecek her türlü olasılığı önceden düşünmüşmüşler ve OHAL yetkilerinin devleti yönetenler tarafından bir zorbalığa dönüştürülmesini önlemek üzere gerekli tedbirleri de almışlardı.

Anayasamızın 121’inci maddesi aynen şöyle diyordu: “Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, OLAĞANÜSTÜ HALİN GEREKLİ KILDIĞI KONULARDA, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir.”

Anayasa maddesi gayet açıktı, çıkarılmasına yetki verilen KHK’lar sadece OHAL’in gerektirdiği konularda çıkarılabilirdi.

Peki, OHAL niye ilan edilmişti?

FETÖ ile mücadele etmek ve yeni bir darbe girişiminde bulunulmasını önlemek…

O zaman korkulacak bir durum yok demekti. Tabi ki FETÖ ile mücadele edilsin, tabi ki darbeler önlensindi.

Peki ya Hükümetin uygulamaları böyle mi oldu?

Askeri hastaneler, 15 Temmuz darbe girişiminin karargâhları mıydı? Askeri hekimler ellerine silah alıp girişime mi katılmışlardı? Darbe girişimini askeri hastanelerin baştabipleri mi yönetmişti? Tankları sağlık astsubayları mı kullanıyordu? Askeri hemşireler iğneleriyle hükümet görevlilerini mi zehirlemişlerdi? Ne yapmıştı askeri hastaneler?
Var mı bu sorulara bir cevabı olan?

Öyle ise çıkarılan bir KHK ile bu askeri hastaneler neden kapatıldı? Türk ordusu sıhhiye desteğinden yoksun bırakılarak neden iğdiş edildi?

Askeri okullardan darbe girişimine katılanların veya destek verenlerin cezalandırılması elbette önemlidir.

Ama bu okullardaki askeri öğrencilerin hepsi darbeci ve terörist miydi?

Tabi ki hayır.

Öyleyse bu öğrencilerin hepsi neden okullarından atıldılar? Neden damgalandılar?

Her kurumun içinde suça karışan ve ya suç işleyen kişiler çıkabilir. Ama binlerce yıllık Türk ordu geleneğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış bu okulların ve trilyonlarca liraya inşa edilmiş bu tesislerin suçu neydi?

Askeri okullar neden kapatıldı?

Yine trilyonlarca liraya ve parayla ölçülemeyecek kadar çok zamana ve bilgi birikimine mal olmuş en iyi kışla ve üsler neden kapatıldı? Bu kışla ve üslerin ruhları mı vardı? Darbe girişimini buradaki bina tesis ile askeri ekipmanlar, yani tanklar toplar ve uçaklar mı organize etmişti?

Elbette hayır.

Peki, o zaman bu kışlalar, tesisler ve üsler neden kapatıldı?

Oysa OHAL uygulamaları ile ilgili olarak, yargıda henüz tuzun kokmadığı zamanlarda, Anayasa Mahkemesince 1991 yılında ardı ardına verilen iki karar vardır ki, oldukça önemlidir. Bu kararlarda mealen ve özet olarak: Olağanüstü Hal’in gerekli kılmadığı konularda OHAL kararnameleriyle düzenlenme yapılamaz, Olağanüstü halin sona ermesine karşın, OHAL KHK’sındaki kuralların uygulanmasının devam etmesi olanaksızdır. Bu nedenle kanunla yapılması gereken düzenlemeler KHK ile düzenlenemez ve kalıcı kanunlar OHAL KHK’sı ile değiştirilemez ve kaldırılamaz denilmekteydi. (E.:1990/25, K.S.:1991/1 ve E.:1991/6, K.S.:1991/20)

Fakat bu kararı da kimse duymadı ve görmedi!

Belki KHK’da “OHAL süresi boyunca Harp Akademileri Kanunu askıya alınmıştır” denilseydi olurdu. Fakat çıkarılan bir KHK ile koskoca Harp Akademileri Kanunu kaldırılıverdi!

Taa 1848’lerde, o günkü adıyla “Erkan-ı Harbiye Mektebi” olarak Türk ordusunun kurmay subay ihtiyacını karşılamak maksadıyla kurulan ve kurulduğu günden bu yana başta Mustafa Kemal Atatürk gibi çok değerli subaylar yetiştirmek suretiyle ordumuza ve milletimize çok değerli hizmetler veren Harp Akademileri Komutanlığı bu KHK’ya dayanılarak kapatıldı.

Kanunla kurulan bir kurum çıkarılan bir KHK ile kapatıldı ve tam 168 yıllık birikim çöpe atılmış oldu. Böylesine donanımlı bir kurumun kapatılmasının FETÖ ile mücadele yönünden ne ilgisi vardır? Pekâlâ diğer kurumlarda olduğu gibi bu kurumun içinde de suç işlemiş kişiler varsa ki vardır, bunlar rahatlıkla ayıklanabilirdi. Peki, neden yapılmadı?

KHK’larla düzenlenen sadece bunlar mı?

Hayır, daha neler var neler…

ÖSYM’nin yaptığı hâkim ve savcı adaylığı sınavındaki en az 70 puan almış olan adayların mülakata girebileceği yönündeki düzenlemede yer alan “en az 70 puan almış olma şartı” yine bir KHK ile kaldırıldı.

Peki, sonucu mu?

70’ten çok daha aşağı puan bile alsalar sınava giren adayların neredeyse hepsi yazılı sınavı kazandılar. Gerçek ayıklama ise mülakatta yapıldı. Medyada yer alan haber ve iddialara göre; son günlerde ataması yapılan adli hâkimlerin yüzde 90’ı AKP’li ve hatta parti teşkilatlarında görevli kişiler!

Benzer bir garabet, Polis Özel Harekâta polis alımı düzenlemesinde yaşandı. Özel Harekât Polisi alımında KPSS’ye girme ve kazanma şartının hepten kaldırıldı. O zaman, Polis Özel Harekâta alınan son polisler sizce hangi kriterlere göre alındı?

Bir başka KHK icraatı da televizyonlarla ilgiliydi. Normal zamanlarda yanlı, zararlı veya yanlış yayın yapanları Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), seçim zamanlarında ise Yüksek Seçim Kurulu (YSK) denetlemekteydi. Bu denetim, özellikle seçim dönemlerinde fırsat eşitliği yönünden muhalefet partilerinin sigortasıydı.

Fakat çıkarılan bir KHK ile YSK’nın radyo ve televizyonlara yönelik denetim yetkisini düzenleyen 298 sayılı kanunun 149/a maddesi yürürlükten kaldırıldı. Buna göre YSK; TV ve radyolara, eşitlik ilkesini de içeren esaslara aykırı yayın yapması halinde verilmesi öngörülen yayın durdurma ve para cezalarını veremeyecek hale getirildi. Seçim süreci tamamlanana kadar kanun gereği RTÜK devrede değil, YSK da yetkili değildi… Ve bu garabetin adı ise adalet ve ileri demokrasi oldu.

Sonuç mu? Tarafsız bir Cumhurbaşkanının bütün kanalları kaplayan taraflı seçim konuşmalarını hepiniz izlediniz… Ardından da şaibeli bir seçim ve “Evet” cephesince kazanılan bir Pirus zaferi…

Başka neler mi yapıldı?

Aklıma gelenleri hemen sıralıyorum:

TRT’ye, 450 sözleşmeli personel alma yetkisi KHK ile verildi.

Araç tescil işlemleri KHK ile noterlere devredildi.

Yayın yasaklarına uymayan TV’lere yayın durdurma cezası verilmesi konusu KHK ile düzenlendi.

Türkiye’de kaliteli hizmet ve üretimin dinamosu olan birçok devlet kuruluşu yine çıkarılan bir KHK ile Varlık Fonu’na devredildi.

Üniversitelerdeki rektör seçimlerinin kaldırılması, Maarif Vakfı Mütevelli Heyeti üyelerine ödenecek huzur hakkı ücretleri, araç tescil belgesini araçta bulundurmayan veya tescil plakasını monte edilmesi gereken yerin dışında farklı bir yere takan sürücülere verilecek idari para cezası, Sahte plaka takanlara verilecek para cezası, motorlu araçlarda kış lastiği uygulaması, pasaport ve sürücü belgesi hizmetlerine ilişkin iş ve işlemlerin Emniyet Genel Müdürlüğünden alınarak Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüne verilmesi, İşsizlik Sigortası prim ödemleri, Sermaye şirketleri ve kooperatiflerin iflasın erteleme taleplerinin kaldırılması, TV lisansları, radyo ve televizyon yayın hizmetlerinde, arkadaş bulma amacıyla kişilerin tanıştırıldığı ve/veya buluşturulduğu türden programların yasaklanması, takviye edici gıdalar ve benzeri destekleyici ürünlerin mevzuata aykırı olarak sağlık beyanıyla satışının pazarlanmasının veya reklamının yasaklanması gibi birçok konudaki düzenlemeler KHK’larla yapıldı. Hatta kış saati uygulamasına son veren düzenleme bile KHK ile yapıldı.

Ve bu düzenlemeler yapılırken, sadece Anayasanın 148’inci maddesini hatırında tutarak, adeta doludizgin hareket eden hükümet, kendini dizginleyecek 121’inci maddeyi ise tamamen unutmuştu. Anayasa Mahkemesince 1991 yılında alınmış olan kararlar ise kaile bile alınmamıştı.

Şimdi başa dönelim ve OHAL’in ilan ediliş sebebine gelelim.

Amaç neydi?

Devletin içine sızmış olan Cemaatle (FETÖ) mücadele ve darbelerin önlenmesi değil miydi?

Peki, o zaman şimdiye kadar otomobil lastiğinden kış saatine kadar her türlü düzenleme, OHAL yetkisine dayanan KHK’larla yapıldığı halde, CEMAATLERLE İLGİLİ VE CEMAATLERİN DEVLET İÇİNDEKİ FAALİYET ALANLARINI DÜZENLEYEN VEYA SINIRLAYAN bir tek KHK dahi neden çıkarılmamıştır?

FETÖ konu edilerek Sözcü Gazetesine dahi operasyon yapılırken, siyaset kurumu içerisindeki FETÖ elemanlarına karşı bir tek operasyon dahi neden icra edilmemiştir?

Çok daha vahimi; iddialara göre, devlet içerisinde FETÖ’den boşalan kadrolar, başka bir cemaat tarafından doldurulmaya devam edilmektedir.

FETÖ ile mücadele ve darbeyi önleme bu mudur yani?

Şimdi sorun kendinize, sorun vicdanlarınıza KHK’larla yapılan bu düzenlemelerin FETÖ mücadelesi ile ne ilgisi vardır, darbeleri önleme ile ne alakası vardır?

Görünen o ki, bu tip uygulamalar FETÖ ile mücadele değildir.

Terörle mücadele değildir.

Darbeleri önleme çabaları hiç değildir.

Olsa olsa kurnazlıktır.

Olsa olsa fırsatçılıktır.

Peki, siz bu fırsatçılıkla ne yapmaya çalışıyorsunuz?

Yapmak istediğiniz şey, fırsattan istifade ile bir “Parti Devleti” kurmaksa eğer!

Devletiniz batsın!

Suçlular devletten temizlenmeli mi?

Evet.

Suçlular cezalarını çekmeli mi?

Sonuna kadar evet.

Türkiye çok daha güçlü olmalı mı?

Tabi ki de.

Ama bunun yolu; evrensel hukukun genel kaidesi olan “Masumiyet Karinesi”ni tamamen yok etmekle, devletin en köklü kurumlarını kapatmakla, daha çok tutuklamayla, daha çok görevden almayla ve devletin içini partili, yandaş ve kandaşlarla doldurmakla olmaz.

Kurnazlıkla ve fırsatçılıkla hiç olmaz.

Neyle olur?

Daha çok hukukla ve daha fazla adaletle olur.

Zulüm ile Adalet yan yana olur mu?

Olmaz.

Peki, kanuni zulüm olur mu?

Evet olur!

Ama olmaz olsun.

Kurnazlığınız da batsın, fırsatçılığınız da batsın!

Bu haber 417 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 12:45 am A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.