GELİBOLU’YU DÜŞLÜYORUM… GÖZLERİM KAPALI

Hasip Sarıgöz - Eylül 7, 2018 1:30 am A A

 Dünya’da ilk darphane bu topraklar üzerinde kuruldu. Üzerinde insan kabartması bulunan ilk para burada basıldı.

 

Öyle değerliydi ki, Dünyadaki inşa edilen İlk savunma duvarı bu toprakları korumak için yapıldı. Tarih milattan önce 565 yılıydı.

 

Pers İmparatoru Xerxes; Anadolu’yu ele geçirince ilk önce buraya yöneldi, sırf Çanakkale Boğazını geçebilmek için dünyanın ikinci boğaz köprüsünü burada inşa etti. Tarih milattan önce 480 idi.

 

Ecdadımız da Anadolu’ya kök saldıktan sonra ilk olarak yönünü buraya çevirdi ve burayla ilgilendi. Tarih 1354 idi.

 

            İstanbul’dan tam 99 yıl önce fethedildi.

 

            Avrupa Kıtası’ndaki ilk Türk şehri olma unvanını o kazandı.

 

            Antik çağlarda Critote diye biliniyordu.

            Daha sonraları Khernessos denildi.

            Eski adı ise Kallipolis, bugünkü adı da Gelibolu’dur.

            Manası “Gemi Şehri” ve “Şirin Kent”tir.

            Evliya Çelebi’ye göre ise, Gülübol bir şehirdir.

            İlginç bir kaderi var…

            Tam manasıyla bir ilkler şehri.

            Müslüman Türk milletinin Avrupa’daki ilk ayak izi, ilk namazgâhımız, ilk kalemi ilk camimiz, ilk tekkemiz, ilk zaviyemiz, ilk kütüphanemiz burada kurulmuştur. Avrupa’daki ilk donanma merkezimiz Gelibolu’dur. İlk tersaneyi taa 1391 yılında burada kurduk. Yine dünyaya kök söktüren ve Avrupa’nın içlerine doğru ilerleyen fetihlerin yükünü omuzlarında taşıyan Yeniçeri Ocağı ilk defa burada kurulmuştur.  Ünlü Türk Denizcisi Piri Reis ve daha birçok Türk büyüğü Geliboluludur. Gazi Süleyman Paşa ve Namık Kemal gibi birçok vatan ve millet sevdalısının ebedi istirahatgahı yine Gelibolu’dadır. Halen işlevini sürdürmekte olan dünyanın en büyük Mevlevihane’si Gelibolu’dadır ve Gelibolu bu yönüyle hala önemli bir manevi merkez olmaya devam etmektedir. Her şeyden çok daha önemlisi, kilometrekare başına en çok şehidimizin vatan toprağıyla buluştuğu çok özel bir yerdir.

            Denizi, boğazı, yeşili, doğası, kumsalı, koyları, güneşi, rüzgârı, tarihi yapıları, kaleleri, türbeleri ve şehitlikleri… Aslında her şeyi çok güzel.

            Peki, böylesine özel ve güzel bir şehrimiz olan Gelibolu bugün için hak ettiği yerde midir? Sahip olduğu çok büyük bir potansiyele rağmen bu güzel ilçemizin bu potansiyelini yeteri kadar kullanabildiği ve hak ettiği yere gelebildiği maalesef ki söylenemez. Öyle ise soru şudur: Nasıl bir Gelibolu? İşte bu soruyu sorduktan sonra beynimdeki nöronlar harekete geçiyor ve düşünmeye başlıyorum. Gelecekte bir Gelibolu düşlüyorum, gözlerim kapalı… Evet, şimdi dilimiz döndüğünce ve aklımıza hiçbir kota koymadan, ortaya koyalım:

Nasıl bir Gelibolu?

            Evvela, bu güzelim sahildeki kordon boyunca sıra sıra palmiyelerle dolu bir Gelibolu… Palmiye deyip geçmeyin, yetiştirildiği ortamın görüntüsünü ve havasını hemen değiştiriveren, büyülü bir ağaç. Şimdi gözlerinizi kapayın ve düşleyin bakalım, sıra sıra ve yemyeşil palmiyelerle dolu nefis bir sahil… Alın size küçük Havai.

            Geçenlerde Lâpseki’ye gittiğimde gördüm. Sahilde denizin içinde küçük bir denizkızı heykeli vardı. Aslında sıradan küçük bir heykel, olsun ama yine de vardı. Bir deniz memleketi denizkızı ve yunus olmadan düşünülebilir mi? Ama maalesef ki, Lâpseki’de olan bu mütevazı güzellik Gelibolu’da yoktu. Oysa Gelibolu’da bir denizkızı düşüncesi eskiden beri vardı ve bu düşünce Gelibolu’da geleneksel olarak düzenlenen Sardalya Festival’lerinde işte bu fotoğraftaki gibi ete ve kemiğe bürünüyordu. Sahilinin en güzel yerinde ince bir zevkle yapılmış gözlerimizi ve gönüllerimizi okşayan denizkızı heykeli olan bir Gelibolu… Hoş olmaz mı?

            Gözlerimi kapatıyorum ve farklı ama çok güzel bir Gelibolu’yu düşlemeye devam ediyorum. Hiçbir düşünce ve düşleme, hiçbir hayal hafife alınmamalıdır. Çünkü bugün yeryüzünde ortaya konulmuş ne varsa hepsi düşüncenin ve düşlemenin eseridir. Önce her şey düşünmekle başlar, düşündüklerinizi hayal edip kurgulama ile zihinlerde şekil bulur, hayal ettikleriniz plana ve projeye dönüştükçe de gerçekliğe yaklaşır ve en sonunda hayaller gerçek olur… Bu nedenle, hayallerin çok büyük olması kesinlikle yadırganmamalıdır. Yıldızlara gitmeyi hayal eden maceracı ve meraklı bir birey, belki yıldızlara gidemeyecektir ama aya gitme ihtimali vardır, diyelim ki o da olmadı Everest’e tırmanması asla hayal değildir. Jules Verne “Ay’a Yolculuk” kitabını yazdığında tarih1865 idi ve Ay’a, bu kitaptan tam 104 yıl sonra, yani 1969 yılında gidildi. Düşünün bir kere, bu kitap yazılmasaydı belki de Ay’a hiç gidilmeyecekti.

Öyle bir gerçeklik var ki, aklımı başımdan alıyor! Yapılan istatistiklere göre, Çanakkale Boğazı’ndan günde ortalama 136 gemi ve yılda da tam 50.000 gemi geçiyor. Yılda 50.000 gemi… Bu aslında müthiş bir reklam ve marka potansiyelidir. Çok heyecanlanıyorum, gözlerimi kapatıyorum ve düşlemeye devam ediyorum…

Fener Burnu’na dikilmiş devasa bir Çanakkale Askeri düşlüyorum…  Bir elinde devasa bir Türk sancağı… Gerçekten dalgalanıyor… Diğer elini ise alnına siper yapmış, yüzünü ise yedi düvelin geçemediği Çanakkale Boğazı’na çevirmiş, gözleri ufukta, boğazı gözlüyor… Ve geceleyin deniz feneri, bu bir çift gözün içinden parlıyor… Gecenin karanlığında uzaktan nasıl görüneceğini hele bir hayal edin ve bunun boğazdan geçen yabancı gemilerin üzerinde bırakacağı psikolojik etkiyi bir düşünün… Kim bilir, belki de sadece yanıp sönen o gözler Gelibolu’yu ayrı bir marka yapabilir, olamaz mı? Devam ediyorum, bu heykelin boyu 100 metrenin üzeninde, içinde hem merdiven var hem de asansör, içi gezilebiliyor ve Mehmetçiğin gözlerine kadar çıkabiliyorsunuz. İçinde kafeler ve seyir yerleri var, O güzelim boğaza Çanakkale Askeri’nin gözlerinin içinden bakıyorsunuz… Bizde pek yok ama dünyanın birçok ülkesinde böylesine devasa heykeller var ve bu ülkeler o heykellerle anılıyor. Örneğin Çin’de bulunan “Buda İlkbahar Tapınağı Heykeli”nin boyu tam 153 metre, Myanmar’daki “Buda Heykeli” 116 metre, Japonya’daki “Buda Heykeli” 110 metre, Çin’deki imparator “Yan ve Huang Heykeli” 106 metre, Moskova’daki “Büyük Petro Heykeli” 96 metre, Amerika’daki “Özgürlük Heykeli” 93 metre,  Rusya’daki “Ana Vatan Çağırıyor Heykeli” 91 metre ve Brezilya’da bulunan “Kurtarıcı İsa Heykeli” ise tam 39.6 metre yüksekliğindedir. Rusya, uzaya ilk çıkan insan olan Yuri Gagarin’in anısına dev bir kozmonot heykeli dikmiştir. Çanakkale Destanı’nı kanıyla yazan Mehmetçiğe böyle devasa bir anıt yakışmaz mı?

Hele bir de Moğolistan’da bir Cengiz Han Heykeli var ki, oldukça ilginç ve görenleri şaşkınlığa uğratan bir heykeldir. 40 metre boyunda olan bu heykel, Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’a bir saat uzaklıkta büyük bir çölün tam da ortasında inşa edilmiştir, etrafı bomboştur. Dünyanın en büyük heykellerinden biri olan bu heykel, tam 250 ton paslanmaz çelik kullanılarak inşa edilmiştir. “Altın Kamçı” olarak da adlandırılan ve parıl parıl parlayan bu heykelin, içinden geçen bir asansörle atının kafasına kadar ulaşan ziyaretçiler, buradan uçsuz bucaksız Moğol bozkırını Cengiz Han’ın gözlerinden görebiliyorlar. Biz neden Çanakkale Boğazı’nı Mehmetçiğin gözünden göremeyelim?

            Devam ediyorum, Gelibolu şehir merkezindeki sahilde, (Hamzakoy hariç) denizin içinde birçok devasa kaya parçası var. İşin doğrusu; mevcut görüntüleri ile denize moloz dökülmüş, üçüncü sınıf bir ülke görüntüsü vermekten ibaret olan bu kaya parçalarının her biri, aslında kendilerini moloz hüviyetinden çıkararak birer sanat eserine dönüştürecek usta elleri bekleyen birer cevher gibiler. Bu kayaların her biri bulundukları yerdeki durumlarına ve büyüklüklerine göre, örneğin; bir veya birkaç çift yunusa, ördeğe, kaplumbağaya, denizkızına, deniz mayınına, karaya oturmuş bir denizaltıya, denizde boğulmak üzere olan bir insana ve daha birçok şeye dönüştürülerek sanat hayatımıza ve Gelibolu halkının göz zevkine sunulabilirler. Bu aslında çok zor bir şey de değildir. Yurt içinde birçok sanat ehli heykeltıraşlarımız vardır, yurt dışından bile bu projeye ilgi duyacak birçok sanatçı olacağını düşünüyorum. Bu heykeltıraşlar Gelibolu’ya davet edilmek suretiyle; yapılacak bir ön çalışma, değerlendirme ve projelendirmenin ardından, bu projeyi gerçekleştirmeye soyunabilirler. Her bir sanat eserinin dengine, sahile birer plaket konularak sanatçının ismi orada yaşatılabilir. Belediye olarak sadece bu sanatçıların masrafları ile malzeme araç ve gereç masraflarının karşılanmasının dışında fazla bir maliyeti de olmayabilir. Çünkü birçok sanatçının sırf kendi ismini duyurmak ve burada ölümsüzleştirmek adına bu projede yer almak isteyebileceğini düşünüyorum. Siz de düşünün bir kez, Gelibolu sahiline çıktınız ve yürüyorsunuz… Yürüdüğünüz yol harika bir Arnavut kaldırımı, Gelibolu rüzgârı ılık ılık esiyor gezintinize eşlik ediyor, kordon boyu yemyeşil palmiyeler, rengârenk çiçekler, masmavi bir deniz, dalgaların hışıltısı ve denizin içinde yer yer karşınıza çıkan birbirinden güzel ve birbirinden anlamlı sanat eserleri, kabartmalar ve heykeller… Ne dersiniz? Güzel değil mi? Peki, gerçek olamaz mı?

Tabi bu arada sahilde kıyı ile denizdeki kayalıklar arasında kalan ve adeta doğal birer havuz halini almış olan yerler de var ki, Çilehanenin karşısına denk gelen sahil kesimi de böyle bir yerdir. Buradaki kayalar da kesilip yonulmak, kenarları ve üzerleri düzeltilmek ve dip kısmı da ıslah edilmek suretiyle, havuz şeklinde halkımızın kullanımına kazandırılabilecek çok güzel bir yerdir. Deniz suyu ile dolu ve bağlantılı ama hiçbir tehlikesi de olmayan güzel mi güzel, doğal mı doğal harika bir havuz… Kim girmek istemez ki?

Konu kayaları yontmaktan açılmışken, yine düşünüyorum… Fener Burnu’ndaki falezlerin uygun yerleri oyularak içlerine mahzen kafeler yapılmış… Bir kısmı ise, Gelibolu’ya has sanat eserlerinin ve ürünlerin sergilenip satıldığı otantik dükkânlar haline getirilmiş… Neden olmasın diyorum? Aslında bu tip uygulamaların çok güzel örnekleri var, çok uzaklara gitmeye de gerek yok, bize Kapadokya örneği yeter de artar bile. Nevşehir’de, Ürgüp’te, Göreme’de ve peri bacaları bölgesinde bunların çok güzel örnekleri var. Her yıl binlerce insan buralara gidiyor ve yer altına oyulmuş kafelerde meyve suyunu çayını yudumluyor, yeraltı otellerinde kalıyor ve buralardaki yer altına oyulmuş dükkânlardan zevkli alışverişler yapıyor, bizde neden olmasın? Yer çok, potansiyel ise yüksek.

            Üzerine önemli bir tarihi görevi yüklenmiş bir Çilehanemiz var ve bu Çilehane dahi bize, uzun yıllar öncesinden, bu kayaların yontularak odalar yapılabileceğini gösteriyor. Çilehane güzel bir yerde otantik bir mekâna sahip ve mistik bir havası var… Lakin yeterince değerlendirilemiyor. Bu güzel mekân; sadece karanfilli gül şerbetlerinin ikram edildiği, ney dinletileri ve tasavvuf müziği eşliğinde, dost ve gönül sohbetlerinin yapıldığı bir mekân olamaz mı? Düşünüyorum… Neden olmasın?

            Devam ediyorum… Gelibolu Yeniçeri Ocağı’nın kurulduğu ilk yerdir. Neden heybetli bir yeniçeri heykeli limandakileri karşılayıp uğurlamasın?

            İsterim ki, tarihi Namazgâhta iyi havalarda her vakit namaz kılınsın. Ne diyor şair: “Bir yerin adına denildi mi Türk beldesi, Gözüm al bayrak arar kulağım ezan sesi…” bu durum her vakit Fener Burnu’ndaki Azaplar Namazgâhında neden tekrar etmesin?

            Rüzgârın hiç eksik olmadığı bu memlekette neden geleneksel yelken yarışmaları düzenlenmesin? Sardalya Festivali ile birlikte bu tip etkinliklerin yapılmasının önünde hiçbir engel yoktur. Yapılacak her etkinlik ise, Gelibolu’nun şöhretini arttıracak ve zaman içerisinde Gelibolu’yu çok turist çeken marka şehirlerden birisi haline getirecektir. Yine söz rüzgârdan açılmışken, eski Gelibolu fotoğraflarını dikkatli incelerseniz Gelibolu’nun bazı yerlerinde yel değirmenlerinin olduğunu görürsünüz. Uygun yerlere nostaljik yel değirmenleri yeniden kurulmalıdır. Bilinmeli ki milletleri millet, şehirleri şehir yapan o milletin ve o şehrin tarihidir.

 

            Falezlerin uygun bir yerinde yapay bir şelale oluşturulsa ve bu şelalenin suyu da hemen yanı başındaki denizden bol bol pompalansa… Gelibolu’muza ayrı bir renk katmaz mı, gezi güzergâhımızda hoşça vakit geçirebileceğimiz yeni ve hoş bir mekân daha ortaya çıkmış olmaz mı?

            Hayallerim ve düşlerim beni yine şanlı Türk tarihinin derinliklerine götürüyor. Gelibolulu Piri Reisi düşlüyorum. Seferden seferlere koşan, deryaları kendine mesken tutan, ufku geniş, gözleri yüzyılların da ötesini görebilen, kendi kafasında dünyayı elma kadar küçültebilmiş büyük bir bilim adamı, büyük bir kâşif… Ve o dünyaca ünlü Piri Reis Haritası’nı düşünüyorum… Antarktika henüz keşfedilmemişken çizilen bir Antarktika haritası, Amerika kıtası ile kutup bölgelerini bugünkü haline en yakın olarak gösteren, en eski dünya haritası… Günümüzde bizler bu haritaya gereken ilgiyi gösterebildik mi, gerektiği kadar tanıtabildik mi? Hak ettiği yerie çıkarabildik mi? Elbette ki, bir şeyler yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz. Peki, biz Gelibolu olarak ne yaptık? Yaptıklarımız yeterli mi? Elbette hayır ve elbette daha çok yapabileceklerimiz var. Falezlerin düzgün bir yerinin üzerine bu koca reisin ünlü haritası neden kazınmasın, neden üzerine en iyi şekilde işlenmesin?

 

            Pırıl pırıl caddeler düşünüyorum, kaymak gibi sıcak asfalt, kaldırımlar zevkle döşenmiş Arnavut kaldırımı… Otantik sokaklar düşünüyorum, mutlaka taş döşeli ve tertemiz… Cıvıl cıvıl kuşların ötüştüğü, birbirinden güzel gürbüz çocukların koşuşturduğu, güzel, hem modern hem klasik, temiz, şirin, tarihi, sosyal bir düşler ülkesi düşlüyorum ve bütün bunların yapılabileceği bir potansiyel görüyorum. İşte burası Gelibolu…

            Hepsi iyi güzel, hayal kurmak da bedava ama bu işler bedava olmuyor ki, para ister, usta ister, teknoloji ister, ekip ister, kararlılık ister, zaman ister, ister de ister… Lafla peynir gemisi yürümüyor ki… Peki, hocam bütün bunlar nasıl yapılacak diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Öncelikle şunu belirteyim ki, bir şeye azmetmişseniz ve o işe yüreğinizi koymuşsanız; o iş için kaynak da, zaman da bulunur, her şey bulunur. Gelibolu Belediyesi de diğer belediyeler gibi çeşitli gelirleri ve giderleri olan ve çok yönlü çalışarak hizmet vermeye çalışan bir belediyemizdir. Bütün bu hizmetlerin iyi niyetle ve en iyi şekilde verilmeye çalışıldığından da hiçbir şüphemiz yoktur. Lakin, Gelibolu’nun her belediyede olmayan farklı bir geliri var, bu gelir liman gelirleridir. İsterseniz basit bir hesap yapalım: GESTAŞ’ın resmi internet sitesine bakarsanız, GESTAŞ tarafından Gelibolu’dan Lâpseki’ye günde toplamda 40 sefer yapıldığını görürsünüz. Bu sefer sayısı dini ve milli bayram tatillerinde daha yukarılara da çıkmaktadır. Günde bir 40 seferin de diğer firmalar tarafından yapıldığını farz edelim ki, yapılmaktadır. Günde toplamda 80 sefer yapar. Gelibolu-Lâpseki arasında çalışan GESTAŞ’ın yeni feribotlarının kapasitesi bir sefer için 90 binek aracı ve 600 yolcudur. Biz bütün feribotlar için ortalamayı alalım ve her feribotun bir seferde ortalama 65 araçla geçtiğini düşünelim: 65 araç x 80 sefer = günde 5200 araç yapar, araç başına Belediye’ye 5 TL ödendiğine göre, 5 TL x 5200 araç = 26.000 TL günlük hasılat yapar, hadi biz bu 6.000 TL’yi de silelim, günlük olarak Belediye kasasına giren nakit para 20.000 TL’dir. Bu da eder yıllık 7.300.000 TL, eski para ile yedi trilyon… Sevgili dostlar Allah aşkına bu parayla neler yapılmaz ki? Diyelim ki çok güzel işler yapıldı ve bu para bile yetmedi. Gelibolu sıradan bir şehir değildir, tabiri caizse Türk milletinin tarih vitrinidir ve aynasıdır. O zaman gereken desteği devletimizin vereceğinden hiçbir şüphemiz yoktur. Yola çıkmak, yolun yarısını bitirmektir. Çoğu zaman ise kervan yolda düzülmektedir. Bir an önce Gelibolu’muza hayırlı hizmetlerin getirilmesini dilerken yine düşünüyorum, çünkü:

            Düşünüyorum, öyleyse varım…

            Selam, sevgi ve düşlerinizdeki güzel Gelibolu ile ve de sağlıcakla kalın.

 

Bu haber 2317 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 1:30 am A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.