YIĞINAK!

Hasip Sarıgöz - Eylül 7, 2018 12:45 am A A

 Ordu ne için vardır?

Vatanı ve milleti ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için.

Ordusuz devlet olur mu?

Olmaz!

Peki, Ordusuz millet olur mu?

Olur.

Ama sadece sömürge veya köle olarak olur, zaman içerisinde de asimilasyon ve diğer yok edici etkenler yüzünden yine yok olur. Yani ordusuz milletler için yok oluştan başka bir mukadderat yoktur!

Türk ordusu da işte bu yüzden vardır.

Türk ordusunun iç yüzünü ve temel dinamiklerini çok iyi bilen Değerli Silah Arkadaşım Dr. Hasip Saygılı’nın çok önemli bir tespiti var. Saygılı Hocamın tespitleri mealen şöyle:

“Tarihsel süreçte Türk ordusu; Sultan Abdülaziz’in hal edildiği 1876 darbesi, 1908-1918 dönemi, 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbesi ve son olarak da 28 Şubat Süreci’nde çok çeşitli travmalar yaşamıştı.

Bütün bunların ardından Ergenekon, Balyoz, Casusluk ve Fuhuş gibi askeri itibarsızlaştıran kumpas davalarında da çok ciddi bir travma yaşamış ve bu süreçte Türk ordusunun değerler sistemi ve onu ayakta tutan iç dinamikler ağır zaafa uğratılmıştı.

Ancak 15 Temmuz başarısız darbe girişimi ile yaşanan son ağır travma, ancak Sultan Mahmud’un 1826’da kendi ordusunu topa tuttuğu olayla karşılaştırılabilir!!!”

Olay işte bu kadar ciddi…

Vaka-i Hayriye olayının iç yüzünü ve travmatik yönünü anlamak isteyenlere, olayı Tarihi-Kurgu Roman tadında gayet güzel anlatan Reha Çamuroğlu’nun “Son Yeniçeri” isimli kitabını tavsiye edebilirim.

Yukarıda tırnak içinde verdiğimiz tespitleri yapan kişi sıradan kişi değil. Uzun yıllar Türk ordusuna büyük bir vatan aşkı ile hizmet etmiş gerçekçi, dobra ve biraz da köşeli bir asker… Daha da önemlisi askerlik mesleği ile tarihçiliği akademik düzeyde birleştirebilmiş kaliteli bir subay. Üstelik son görev yeri, 15 Temmuzdan sonra bir KHK ile kapatılan Harp Akademileri Komutanlığı’nda Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürlüğü idi.

Hasip Saygılı Hocamla Harp Akademileri Komutanlığında yıllarca birlikte görev yaptığımız için kendisini iyi tanırım. Şahsen kendim de 15 Temmuz’dan sonraki dönemde sekiz ay boyunca orduda görev almaya devam etmiş ve bu travmatik süreç boyunca ordunun içinde değişen durum ve dinamikleri gözlemlemiş asker bir yazar olarak, bu tespitlere aynen ben de katılıyorum. Onun için bu önemli tespitler dikkate alınmalı. Alınmalı ki, gelecekle ilgili ordumuza yönelik doğru hal tarzları geliştirilebilsin.

Şimdi tekrar geriye dönelim ve Vaka-i Hayriye olayından sonra Osmanlı Devleti’nde neler yaşanmıştı ona bakalım.
Haklıdır, haksızdır o ayrı bir konu ama Türk Devleti kendi eliyle kendi ordusunu topa tutup imha ettikten, kaçabilenlerden yakaladıklarını idam ettikten ve dağlara kaçanları da ormanlarla birlikte yaktıktan sonra ve henüz yeni ve güçlü bir ordu teşkil edilemeden önce bakın neler oldu.

• Erzurum doğuda, Edirne’ye kadar olan Türk toprakları da batıda Ruslar tarafından işgal edildi!

• Sadece birkaç yüz bin nüfuslu Yunanistan’a bağımsızlık verildi ve bir devlet kurduruldu!

• Balkanlarda büyük bir Türk soykırımı yapıldı!

• Fransa Cezayir’i işgale başladı!

• Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa Devlete isyan etti ve İstanbul üzerine yürüdü. Kendi valisini dahi durdurabilecek bir askeri güce sahip olmayan Osmanlı, Mehmed Ali Paşa’yı dış devletlerin desteğini almak suretiyle ancak Kütahya’da durdurabildi!

Yani bir devlet için en tehlikeli şey ve hatta felaket denilebilecek durum, o devletin ordusuz bırakılmasıdır.

15 Temmuz başarısız darbe girişimi ve sonrasında tahmin edemeyeceğimiz kadar çok (maddi/manevi) şey kaybeden Türk ordusu, bilindiği üzere girişimden sadece 40 gün sonra (doğru bir hedef seçimi, ama yanlış bir strateji ile) Suriye’ye sokuldu. Bu yönü ile rahatlıkla denilebilir ki, El Bab Zaferi’ni kazanan güç Şanlı Türk Ordusu’nun dirisi değil, adeta ölüsüydü…

Fakat emir komuta düzeni, morali ve motivasyonu tamamen bozulmuş ve II. Mahmud dönemindeki gibi fiziken olmasa bile ruhen topa tutulmaktan beter edilmiş bir ordu ile; ya çok güçlü bir devletin ordusuyla, daha da vahimi birden çok devletlerin ordularıyla savaşmak zorunda kalırsak!!! 

Ya tarih tekerrür ederse!

O zaman ne olacak?

Peki, gerçekten böyle bir tehlike var mı?

Evet var!

Nasıl mı?

Şöyle açalım:

ABD’nin PYD’ye silah, mühimmat, harp araç ve gereçleri sevkiyatı bütün hızıyla sürüyor!

Bu silah ve mühimmat sevkiyatı yeni de değil, üstelik uzun zamandır devam ediyor!

PYD’ye silah ve mühimmat veren sadece ABD de değil, 2014 yılından bu yana; ABD ile birlikte Almanya, Hollanda ve Fransa da tırlar dolusu silah ve mühimmatı PYD’ye sevk etmeye devam ediyor. Son 1.5 yıldır tam 61 tır ile PKK/PYD’ye orta ölçekli silah sevkiyatı yaptığı ve ABD’nin silah sevkiyatının resmiyet kazanmasına 11 ay kala sevkiyatların düzenli olarak hızlandığı bilinmektedir.

ABD tarafından silah sevkiyatına resmiyet kazandırılmasının hemen ardından, Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD’nin kontrolündeki bölgelerde kurduğu 6 askerî üs bölgesine üniforma, ilaç, gıda vb. aklınıza ne gelirse her türden lojistik malzemeler de taşınmaya başlandı. 

Sevk edilen silahların içinde; tankından, topundan, tutun da uçaksavarlar, el bombaları, çoklu roket atar rampaları, 80 ve 120 milimetrelik havanlar, MK19 bomba atarlar, M4 Cabrine ve M16 piyade tüfekleri ile Humwee tipi askeri araçlar ve Cougar tipi zırhlı personel taşıyıcılar, havan mermileri, ısı güdümlü füzeler, doçka ağır makineli tüfekleri, otomatik silahlar, ağır otomatik silahlar ve drone’lar… Yani ne ararsanız var!

Üstelik bu silahların arasında, Türkiye’nin defalarca satın almak istemesine rağmen ABD’nin bir türlü bize satmaya yanaşmadığı FGM-148 Javelin tank savar füze sistemleri de var! 

Bir yandan, Amerikan ordusunun en seçkin birlikleri tarafından PYD’nin teşkilatlandırılması ve eğitilerek ordulaştırılması süreci devam ederken, diğer yandan ABD Kuzey Suriye’de tam 8 tane hava üssü kurdu ve 9’uncusunu da kurmaya devam ediyor. Bu üsler Kobani, Tel Abyad, Mebruka, Rumeylan, Ayn-el İsa, Harapşık ve Hekli Ciblis’de bulunuyor. Kobani’deki üs nakliye uçaklarının bile inmesine müsait. Burnumuzun dibindeki Kamışlı’daki üssün yapımı ise devam ediyor. Telabyad’daki yabancı asker sayısı PKK/YPG’lileri üçe katladı. 300 silahlı teröristin yanında 4 NATO ülkesine ait 900 yabancı asker; ABD-İngiltere 550, Fransa 100, Almanya 100 askeri ile orada bize karşı nöbet tutuyor. 

ABD’nin Suriye’deki asker varlığı da her geçen gün çığ gibi artmaya devam ediyor. 10 Mayıs 2017 tarihi itibarı ile bölge kaynaklarından alınan bilgilere göre ABD; Suriye’nin güney sınırındaki Ramsa bölgesine yaklaşık 4 bin 500 asker ve 400 zırhlı araçla konuşlanarak yığınağını arttırmıştır. Burada gördüğünüz fotoğraf o yığınaklanmaya aittir.

Bu sayılar bilebildiklerimiz! 

Ya henüz bilmediklerimiz?

Bütün bunlar demektir ki, ABD bölgede kalıcıdır! Gitmeyecektir!

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında sınırları değiştirilecek olan ülkeler listesini bir hatırlayın bakalım, geriye kimler kaldı?

Artık, acı gerçekleri görmenin zamanı çoktan gelmiş ve hatta geçmektedir bile.

O zaman gerçek nedir?

Gerçek şudur ki; 
ABD yığınak yapmaktadır! 
Hem de çok büyük bir yığınak!

IŞİD ile mücadeleymiş, Musul Operasyonuymuş, Rakka Operasyonuymuş… Bütün bu gerekçeler, aslında gizli bir kuşatma için yapılan büyük bir yığınağın sadece maskesidir.

Yığınağın esas hedefi ve kuşatılan ülke Türkiye’dir! 

Belki göstermelik bir Rakka-IŞİD harekâtı yapılacaktır ve bu harekât PYD/PKK’nın meşrulaştırılması için bir sebep olarak kullanılacaktır.

Fakat eninde sonunda, PYD’ye verilen bütün bu silahların namluları Türkiye’ye dönecektir.

ABD ve bütün müttefikleri, sadece şartların olgunlaşacağı zamanı beklemektedir.

Yapılan bunca yığınak karşısında, binlerce yıllık devlet ve ordu geleneğine sahip olan Türk devlet aklı, aslında bazı şeylerden şüphelenmiş ve bir anlamda da harekete geçmiş durumdadır. Türkiye’nin Kuzey Suriye’de ÖSO güçlerinden oluşan 10.000 kişilik yeni bir ordu kurmaya başlamış olması işte bu devlet aklının bir refleks hareketidir.

Lakin bu hazırlık yetmez!

Hiçbir devlet kendi güvenliğini ve kendi hükümranlığını koruma vazifesini başka güçlere devredemez.

Türk Devleti’nin bekası konusu; ABD ve koalisyon güçlerinin, YPG/PKK maskesi altında başlattıkları ve eylemliliği her geçen gün artarak devam eden kuşatma karşısında çok acil ve çok ciddi bir vaziyet almış durumdadır!

Tabiri caizse Türkiye, çoktan bir “Kırk katır mı, kırk satır mı?” tercihini yapmak zorunda bırakılmıştır.

Derhal ve hemen! Türk ordusu her yönden güçlendirilmeli, moral ve motivasyonu da yükseltilmelidir. Bu bağlamda komuta birliği yeniden sağlanmalı, disiplin yeniden tesis edilmeli, emir komuta zinciri kusursuz işleyecek hale getirilmeli, silah teçhizat ve askeri hastane/muharebe sahasında sıhhiye desteği gibi hayatiyeti olan eksiklikleri mutlaka giderilmelidir.

Çok daha önemlisi, Haçlı Yığınağı tamamlanmadan harekete geçilmelidir.

Düşünün bir kez, ABD ve koalisyon güçleri henüz yığınaklanmaya başladıkları dönemde, Saddam cesaret edip de bunları hemen vurmaya başlamış olsaydı, ABD Irak’ta başarılı olabilir miydi? 

Onun için olabildiğince çabuk… 

Mümkünse hemen harekete geçilmeli…

Ve sınırlarımıza yapılan emperyalist yığınak ve işgal hazırlıkları tamamlanmadan, PYD maskesi altındaki Amerikan yığınağı vurulmalıdır.

Ne pahasına olursa olsun, ortada YPG/PKK diye bir güç bırakılmamalıdır.

Yığınak tamamlandıktan sonra çok geç olabilir.

Onun için; YA ŞİMDİ, YA HİÇ!   


Bu haber 435 kez okundu.
Hasip Sarıgöz - 12:45 am A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.