2016-2018 ORTA VADELİ PROGRAM TASLAĞI DEĞERLENDİRMESİ

DORUKTÜRK ADA - Eylül 6, 2018 2:20 pm A A

Bu programın giriş bölümündeki bir ifadeye hep birlikte bir göz atalım.Birinci Sayfanın ikinci paragrafına bir göz atacak olursak şu değerlendirmeyi görürüz.
01 Kasım 2015 Pazar 09:44
 Herhangi bir program hazırlanırken muhalif görüşlerin dinlenmemesi o programın uygulama safhasında zorluklar meydana çıkartmaktadır. Oysa hazırlık safhasında muhalif görüşlere de değer verilse uygulama safhasına geçildiğinde çok daha rahat bir uygulama ortamı yaratılabilecektir.

Bu serzenişten sonra, 2008’den beri uygulanmakta olan programın aslında bir fayda sağlamamış olduğunun görülmesine ve aslında fiilen yaşanmakta olmasına rağmen, gerek bugün görüşmekte olduğumuz giriş bölümünde gerekse değerlendirme bölümlerinde rakamlar ve söylemlerle manipülasyon yapılarak programın işe yaramakta olduğu ispatı yapılmaya çalışılmıştır. Bütçe denge ve rakamları açısından veriler ne gösterirse göstersin reel ekonomide gösterilmeye çalışılan olumlu havanın esamesinin dahi yaşanmadığı aslında hepimizin kabul etmesi gereken bir gerçekliktir.

Bu programın giriş bölümündeki bir ifadeye hep birlikte bir göz atalım.

Birinci Sayfanın ikinci paragrafına bir göz atacak olursak şu değerlendirmeyi görürüz.

“Orta vadeli programın temel amacı ekonomik büyümeyi sürdürmek-büyüyen ekonomiyi fiilen yaşamakta olan varsa söylediklerime itirazını bu toplantıda yapmalıdır- Kamu finansman dengesinin iyileştirilerek bütçe açığını azaltmak, istihdam artışını sağlamak, halkın refah düzeyini yükseltmek ve böylece makroekonomik ve finansal istikrarı güçlendirmektir.” denmektedir.

Temel yanlış aslında burada başlıyor. Mevcut kısıtlamalar içerisinde bütçe açığını hiçbir sistem değişikliğine gitmeksizin azaltmaya çalıştığınız müddetçe KKTC’de ekonomi küçülmektedir. Kamu büyüklüğünün ve transfer harcamalarının mevcut boyutları ortadan kalkmadığı müddetçe, reel sektör kazançlarından elde edeceğiniz gelirle bu açığı kapatmaya çalışırken Devletin eli vatandaşın cebine girmekte ve bu nedenle refah artacağına azalmakta, ekonomi büyüyeceğine küçülmekte ve buna bağlı olarak kayıt dışılık giderek büyümektedir.

 

Programın ta başlangıcından beridir özel durumumuz dikkate alınmaksızın uygulamaya konulan bu anlayış nedeniyledir ki bütçe rakamları ile oynanmak suretiyle bir gelişme varmış gibi gösterilmeye çalışılmakta ancak aslında gelişme değil gerileme devresini yaşadığımız gerçeği gözlerden kaçırılmaya çalışılmaktadır.

Aslında 2015’in sonuna gelmiş olmamıza rağmen bu çalışmanın içerisinde 2015 rakamlarının yer almaması veri açısından ne kadar sağlıksız bir ortamda geleceği planlamaya çalıştığımızın en açık göstergesidir. Üçüncü sayfadaki grafikden de görebildiğimiz kadarı ile aslında GSYİH de 2016 ortasına kadar düşüş yaşanacak ve oradan itibaren de program sonuna kadar GSYİH oranında durağan bir dönem yaşanacaktır.

Bu noktada bu programın ne kadar çalakalem hazırlandığının bir başka göstergesine dikkatinizi çekmek isterim. Konuya girmeden bir müddet önce önerdiğimiz Devlet İstatistik Biriminin AB normlarında kurulmasının ne kadar elzem olduğunun bir kez daha ortaya çıktığını da belirtmiş olayım. Tüm yasal zemini hazırlanmış olan bu birimin bir an önce hayata geçirilmesinde büyük fayda görmekteyiz.

 

 

Hep birlikte dördüncü sayfadaki açıklamaya bir göz atalım. IMF “World Economic Outlook” raporundan alıntı yapan arkadaşlarımız” 2016 yılından itibaren petrol fiyatlarının yeniden artış eğilimine gireceği varsayımıyla enflasyonun kademeli olarak yükseleceği tahmin edilmektedir” bilgisini bizlere vermektedirler. Ama yine bu programı kaleme alanlar 35. Sayfada program dönemi hedef ve göstergeleri içerisinde Programın Makroekonomik çerçevesini izah ederken” dönem içerisinde, küresel büyümenin tedrici olarak artacağı ve petrol fiyatları ile döviz kurlarının şu anki düzeylerinden çok fazla değişmeyeceği teknik varsayımı dikkate alarak oluşturulmuştur” demektedirler.

Yine enflasyon ile ilgili olarak 37. Sayfada ise ” Program döneminde petrol fiyatlarında ve döviz kurlarında önemli bir artış olmayacağı teknik varsayımı kullanılarak hesaplanan TÜFE’nin program dönemi boyunca yıllık artış hızının ortalama %4.5 seviyesinde gerçekleşeceği tahmin edilmektedir” demektedirler.

Öyle zannediyorum ki bu programı yazanlar 2016 itibarı ile Euro kullanımına geçileceği varsayımıyla bu programı yazmışlardır. Son iki yılda dolar bazında kur farkının %44 olduğu gerçeğinden hareket edersek bu teknik varsayımın başka türlü yazılabilmesi mümkün değildir. Sadece bu bile programın ne kadar tutarsız olduğunu ve belirlenen hedeflere ulaşmanın zaten mümkün olamayacağının en basit göstergesidir.

Değerli arkadaşlar bu noktada sektörel değerlendirmelere bir göz atmak isterim. Rapor bize Sanayi sektörünün 2012 yılında %0.7 daralma yaşadığını, 2013’te %1.7’lik bir büyüme yaşadığını 2014’te ise %8.5 düzeyinde bir gelişme yaşanmış. Bir başka açıdan bakarsak Sanayi sektöründe bir yılda 5 kat büyümüş. Sanayicilerimize sormak gerekir aslında. Bizim hükümet döneminde böyle bir büyüme yaşamışlar mı diye. Eğer yaşamışlarsa bize bravo derken bu güzel sonuçları sekteye uğratma pahasına hükümeti bozan CTP kanadını da suçlamak gerekir.

İnşaat sektörüne bakacak olursak ayni yıllar arasında sırasıyla %-16, % -0.3 ve %-4.5 bir gelişme yani aslında gerileme yaşanmıştır. İnşaat sektörü gerilerken hangi faktör Sanayide bir sıçrama yaratmıştır diye sorgulamak zorundayız.

Yine ayni dönemde Ticaret-turizm sektörü ise 2012’de %6.1, 2013’te %1.4 2014’te ise %8.5’lik bir büyüme sağlamış….. Bravo bizim hükümete ama sevgili arkadaşlar rakamlar bu şekilde seyrederken istikrardan bahsetmek zaten mümkün değildir.

Yine ayni dönemler için mali müesseselere bakacak olursak orda da tam tersi bir durum mevzu bahistir. 2012 yılında %8.1, 2013’te, %7.5 ve 2014’te %0.8’lik bir büyüme gerçekleşmiştir…Diğer sektörlerdeki durumu ayni yıllar itibarı ile değerlendirecek olursak aslında soyulmakta olduğumuzu da görmemiz gerekir.

Esasen DPÖ tarafından ortaya konulan verileri bütünüyle incelediğimizde ortaya çıkan bir başka gerçek ise 2013 ikinci yarısında göreve gelmiş olan CTP-BG-DPUG hükümetinin, bir önceki dönemde yaşanan olumsuzlukları düzelterek 2014 yılını sonuçlandırdığı gerçeğidir. Rakamları bu kadar inceledikten sonra ortaya çıkan bu gerçeğe de parmak basmak istedim.

Bu noktada bir başka hususa da dikkat çekelim. 21. sayfada şöyle bir değerlendirmeye hep birlikte göz atalım. “Ercan Devlet Havaalanı’nın özelleştirme geliri nedeniyle 2012 yılında %135.8 oranında reel artış gözlemlenmiş olmasına karşılık 2013 yılında özelleştirme geliri olmadığından diğer gelirler kalemi reel olarak %63.9 oranında gerileyerek 2011 yılı gelir seviyelerinde gerçekleşirken 2014 yılında %0.6’lık artış göstermiştir.

Arkadaşlar buyurun cenaze namazına. Bu örnek çok net şekilde bir gerçeğin altını çizmektedir. Bizim ülkemizde özelleştirme yolu ile elde edilecek olan gelir özelleştirmenin yapıldığı yıldaki bütçe açığını kapatmak da ancak bir sonraki yıl ve ondan sonrasına hiçbir fayda getirmemektedir. Her ne kadar özelleştirecek hükümetimiz dışında bir şeyimiz kalmamış olsa da ülkemizde bu yöntemin mali açıdan olumlu bir yansıması olmadığı ve olmayacağı anlaşılmalıdır. Kamu sektörü ve sosyal transferler nedeniyle öylesine büyük bir kara deliğimiz vardır ki, yarın çok özlenen “Kıbrıs Sorununun” olası bir çözüme ulaşması sonrasında bu büyük kara deliğin nasıl kapanabileceğini de şimdiden oturup hesaplamamız gerekmektedir. Bazıları bu açığı çözümden sonra da Türkiye bize mali katkıda bulunmaya devam edecek düşüncesindeyse yandık Allah demekten başka bir şey gelmiyor içimden.

Geçmiş programlarda olduğu gibi bu program içerisinde de tasarruf ve israftan bolca bahsedilmekte ancak reel anlamda büyümenin zorunlu gereklerine atıf bile yapılmamaktadır. Pazarı büyütmeksizin tasarrufa gitmenin getireceği tek sonuç özel sektör gelirlerinin düşmesi ve neticede iflasların çoğalmasıdır.

İstihdam kapasitesini artıracağını iddia eden bu program döneminde yaklaşık 9 bin kişilik bir istihdam olanağı yaratacağını iddia ederken kayıt dışılıkla mücadele ile ortaya çıkacak istihdam kayıpları riskinin mevcut istihdam sayısı içerisinde ne kadar pay tutacağını öngörememektedir. Bu iki yıl içerisinde 9bin istihdam olanağından bahsedince ve ayni zamanda Hükümet partilerinden bir tanesinin Başkanının 2016 yılında bol bol istihdam yapacağı vaatlerini bununla birleştirince birçok gencimiz devlette istihdam edilecekleri umuduna kapılmaktadırlar ki bu programda konu edilen istihdam özel sektörde yaratılacak imkanlardır.

Özel sektörde bile bu programla bu kadar istihdam yaratılması mümkün görülmemektedir.

Bol nida işaretli “istikrarlı büyüme!!!!” için özel kesim yatırımlarını ve dış kaynaklı yatırımları artırmaya yönelik politikalara devam edilecekmiş diyor bu program… Oysa rakamlardan da görüyoruz ki 2012 yılından itibaren yatırımlarda azalmalar tesbit edilmiştir. Hal böyleyken politika değişikliğine gitmek gerekirken politikaların aynen devam ettirileceğini bu programa yazmak bahsedilen istihdam imkanlarının da yaratılamayacağının en açık göstergesidir.

Kamu Maliye Politikası açısından yine fonların bütçe gelirine dahil edilmesi politikasının dahil edilmesi ise bu ülkede en büyüyen sektör olan Turizm sektörünün ciddi tehdit altında olduğunun en basit göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ercandan elde edilen gelir nasıl ki maaş ödemek için harcanmış ve şartnamede sorumluluk alınan yatırımlar için ek kaynak ihtiyacı duyulmuşsa turizmin gelişmesi için kullanılan fon gelirleri de ayni şekilde heba edilecek ve turizme yönelik projeler Maliye Bakanlığı bürokrasisi tarafından ötelenebilecektir ki işte bu husus turizm sektörünün sonunu getirebilecektir.

 

 

Bu programda özel olarak görmek istediğim bir hususun çok yuvarlak cümlelerle geçiştirilmiş olmasını doğrusu çok geniş tabanlı bu reform hükümetine yakıştıramadım. Bu program içerisinde kayıt dışılığa çok vurgu yapılmış olmasına rağmen mevcut sistem içerisinde bunun gerçekleşemeyeceği, zorlama yapılması halinde işsizliğin artacağı kesin olarak bilinmektedir. Oysa ciddi anlamda bir vergi reformu hem gelir kaybını hem de kayıt dışılığın önemini ortadan kaldırabilecektir.

Bunca yıllık tecrübe ile gördük ki gerçek kazancı kayıt altına alabilmek mümkün değildir. Gerek özel sektörde gerekse kamu içerisinde çok yaygın olan ikinci iş nedeniyle kamu çalışanları içinde kayıt altına alınamayan gelir nedeniyle devlet de büyük kayıplar yaşamakta, bunu telafi etmek için ise zaten kayıt altında olan şirket ve kuruluşların üstüne yürüyerek onlarıda kayıt dışına kaçmaya zorlamaktadır.

Mademki yeni bir program dönemine geçiş yapıyoruz, vergi reformunu gündeme getirerek ve ilk etapta ortaya çıkabilmesi muhtemel gelir kaybının Türkiye ile karşılıklı bir mutabakatla nasıl giderilebileceğinin bu programda ele alınmış olmasını görmek isterdik.

 

Bizim önerimiz gelir vergisini topyekün sıfırlayarak ve Kurumlar Vergisini de çok daha aşağılara çekmek suretiyle varlık vergisini gündeme getirmektir. Bu vergiyi toplama sorumluluğunu Yerel Yönetimlere aktarmak suretiyle elde edilecek toplam gelir bugün elde edilenin çok daha üzerinde olacağı gibi kayıt dışılık sorunu ortadan kalkabilecektir. Üstelik Gelir Vergisinin kamu çalışanlarında da sıfırlanırken yapılacak bir düzenleme ile halen “göç yasası” diye adlandırılan uygulama nedeniyle meydana gelen huzursuzluk da giderilebilecektir. İlgi duyacak olanlarla bu yaklaşımımızı her yönüyle tartışmaya hazırız.

Bu programda yine ihracatın teşvik edilmesi ve desteklenmesi programlarına devam edileceği yazılmaktadır. Bu konuda bir önceki hükümetin Bakanlar Kurulu Kararı ile uygulamaya koyduğu destek durdurulmuşken konuya böyle bir atıfta bulunmak programın ayni zamanda samimi olmadığının da bir göstergesidir. Geçmiş hükümet döneminde Bakanlar Kurulu kararı ile AB ülkelerine yapılacak ihracata, ABAD kararlarının etkisini kırabilmek adına %14 teşvik ödenmesi karar altına alınmıştı. Ne acıdır ki Bakanlar Kurulunun almış olduğu bu karara güvenerek ihracat yapmış olan kişi ve şirketlere Yardım Heyeti bu teşviği durdurmuştur. Ve yine ne acıdır ki hükümetimiz bir önceki Bakanlar Kurulunun bu kararını uygulatmak için hiçbir girişimde bulunmamaktadır. Benzeri konulara konuşmamın ilerleyen bölümlerinde yeniden değinmek zorunda kalacağım.

Yine bu programda KOBİ’lerin finasmana erişiminin etkinleştirileceğinden bahsedilmektedir. Ümit ederim banka teminat mektubu veya nakit teminat veya 4 memur kefil uygulamasına ihtiyaç duymayacak bir formül geliştirilir ve KOBİ’ler finansmana gerçekten rahat ulaşma imkanı yakalar.

Bilgi Teknolojileri sektörünün ihtiyaç duyduğu uzmanlık alanlarında nitelikli insan kaynağı geliştirilecekmiş. Bu satırı okuyunca Ulaştırma Bakanlığı’nda gerçek bir bilişim uzmanı olarak görev yapmakta olduğu için görevinde bıraktığımız Ulaştırma Bakanlığı müsteşarlığının neden kendisini atayan parti tarafından görevden alındığını düşünerek gülümsemekten kendimi alamadım.

İki yıllık program içerisinde Sanayi ile ilgili atılacak adımlara uzun uzun yer verilmiştir. Ancak ne ilginçtir ki, Sanayicimizin ve hizmetler sektörünün dışa açılmasına olanak verecek olan en önemli konu bilerek ve isteyerek programdan çıkartılmıştır. Bakanlığım döneminin en önemli projelerinden bir olarak kabul ettiğim proje KTSEnstitüsü’nün kurulması idi ve bu maksatla TSE ile bir protokol imzalayarak çalışmaları da başlatmış ve yasa tasarısının hazırlıkları bile başlamışken TSE tarafından burada bu çalışmaları yapmak üzere görevlendirilen Yardım Heyeti girişimiyle geri çağırılmış ve çalışma akamete uğratılmıştır. Gerekçe protokolü imzalama aşamasında Yardım Heyetinin görüşünü almamış olmamızdır. Bu memleketin esas ihtiyacı TSE gibi bir kuruluşun yardımı ile standartlarımızın hem Türkiye hem AB hem İslam Ülkeleri hem de Rus standartları ile uyumlaştırılmasıdır. Bunun sağlanması ve aynen Üniversite diplomalarımızda olduğu gibi KTSEnstitüsü’nün vereceği belgelerin TSE tarafından tanınması ile birlikte tüm ürün ve hizmetlerimizin tüm dünyaya pazarlanabilmesi imkanı sağlanabilecekti. Bu programda da bu hususun yer almamasının ana nedeninin bu olduğuna inanmaktayım.

Bu noktada bir konuya daha değinmekte fayda görmekteyim. Yıllardan beridir uğraşmakta olduğum ve ülkemizde hem birim maliyetlerinin düşmesine hemde dünyada varolan vahşi rekabet ortamına hazırlanabilmemizde rol oynayacak en önemli etken dünyaya açılan tek penceremiz olan Türkiye pazarı ile ayni zemin üzerinde yer almaktan geçmektedir. Bunun için süratle Türkiye ile aramızda imzalanmış olan Serbest Ticaret Antlaşması’nın yürürlüğe konmalıdır. KTSE bu nedenle de çok büyük önem arzetmektedir. Biz bu programda da pazarımızı genişletecek yegane unsur olan bu uygulamaya yönelik bir adım görmemekteyim. 75 milyonluk pazar bize açıldığı andan itibaren o pazar içerisinde rekabet edebilmek bizim işadamlarımızın ve girişimcilerimizin becerisine kalmıştır ve ben kendi müteşebbisime bu anlamda güvenmekteyim. Çok doğaldır ki kendi pazarımızı yeterli güce kavuşuncaya kadar belirli sürelerle oluşturulacak derogasyonlarla korumalıyız ki ayağa kalkabilelim.

Bu uygulamaya geçiş halinde Cari bütçe maksatlı kaynak aktarımına ihtiyaç kalmayacak, bu şekilde elde edilecek tasarruf alt yapı, pazarlama ve Ar-Ge maksatlı kullanıma verilebilecektir..

Kalkınma ve gelişme ancak ve ancak Vergi reformundan başlayarak son iki paragrafta ortaya koyduğum önlemlerle sağlanabilecektir. Bu üç uygulama açılacak yeni fırsatlar sayesinde gençlerimizin kamuya yönelişini de ortadan kaldıracak gerçek anlamda kendi kendinin efendisi olabilen bireyler sayesinde kendi kendimize yeten bir devlet haline gelmemiz de mümkün olabilecektir.

Ayni şekilde devlet bütçesindeki Maliye ağırlıklı yapıyı performans bütçesine çevirmek ve bakanlıkları planlı ve kendi bütçelerine uygun performanslarının ölçülebileceği proje odaklı, Maliye denetiminde bir yapıya dönüştürmek ülke ekonomisine son derece olumlu katkı sağlayacaktır inancındayız.

 

 

Son olarak su konusuna da değinerek sözlerimi bağlamak isterim. Aslında sizlerle ilk paylaştığım tesbitlerden sonra bu kadar söze de gerek yoktu ancak sadece şikayet etti hiçbir öneride bulunmadı denmesini de engellemek adına sözü biraz uzatmış oldum. Yine ayni şekilde iktidardaydın bunları neden gerçekleştirmedin diyecek olanlar da bilmelidir ki son dönemlerde halkımız bize bu düşüncelerimizi hayata geçirebilecek kadar yetki alabileceğimiz bir güç vermemiştir seçimlerde. Elimizde bulundurduğumuz güç çerçevesinde elimizden geldiği kadarı ile yapabildiğimizi yaptık ve elbette icraat döneminde yanlış yaptıklarımızda vardır.

Bu programda su kaybının önlenmesine yönelik teknolojik yatırımların yapılacağından bahsetmektedir. O maksatla ihtiyaç duyulan yatırım Türkiye tarafından yapılmıştır ve halen devrededir. Ülkemizin tüm su kaynakları ve boru ile gelen su da dahil olmak üzere su yönetimi bambaşka ve uzmanlık gerektiren bir olaydır ve bu alanda yetişmiş Kıbrıslı Türk uzmanlarımız da mevcuttur. Herşeyden önce dilimize pelesenk olan şu “özerklik” kavramını açığa kavuşturmamız gerekmektedir. Özerklik denince ne kasteddiğimizi hepimiz ayni şekilde anlamalıyız ki yol katedebilelim. Oluşacak Su Üst Kurulu tüm su kaynaklarımızın nasıl işletileceği konusunu ele almalı ve artık adamıza akmaya başlayan hayat suyu ile hayatımızı daha iyiye götürecek yöntemi hayata geçirmelidir. Bu su yönetimi sayesinde gelişecek olan tarım ve tarıma dayalı sanayimizin üretimlerinin nereye pazarlanacağı konusu ise üstünde çalışmakta çok geç kalınmış olan bir husustur ve bunun içinde yine ilk etapta Türkiye pazarı incelenerek avantajlı üretim noktalarının saptanması gerekmektedir.

Değerli arkadaşlar işin özü, nereye gitmek ve ne yapmak istediğimiz konusunda karar verici durumda olan bizler yıllarında getirdiği alışkanlıkla başkalarının bizim için birşeyler hazırlayarak önümüze konmasını beklemekten vazgeçmeliyiz. Bu anlamda erkin bizde olduğunu önce biz kabullenmeliyiz. Sadece siyasileri işaret ederek suçlama ve karalamada bulunarak bir yere varamayız.

En küçük bireyden en güçlü kurumumuza kadar müşterek bir hedefe doğru yürümeye başladığımız gün herşey çok değişecektir. Sabırla dinlediğiniz ve okuduğunuz için teşekkür ederim.

 

SERDAR DENKTAŞ
DPUG Genel Başkanı

Bu haber 569 kez okundu.
DORUKTÜRK ADA - 2:20 pm A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.